Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Barda Bir Çay

Resim
  Ortama uymak için insanlıktan çıkmaya gerek yok . İnançlı olmak demek, burnu havada gezmek değil. Ama değerlerini yaşamak, kendin gibi durmak — evet, o önemli. Ben inançlı biriyim. Ama kimseyi küçümseyen, her ortamdan kaçan, herkese parmak sallayan biri değilim. İçki içen arkadaşlarım da oldu, aynı masaya da oturdum. İçen içti, ben içmedim. Sohbet ettik, güldük, konuştuk. Ben çay içtim. Çünkü çay da muhabbet içkisidir. 🎭 Bir Akşamın Hikâyesi Bir gün kuzenim aradı, “Gel benimle” dedi. Sormadım nereye, belli ki içten bir çağrıydı. Kırmadım, bindim gittim. Bara girdiğimizde kuzen birayı söyledi. Ben de dedim: “Kardeşim bana bir çay.” Kuzen şaşırdı. “Neee? Çay mı? Yahu burası bar!” Gülümsedim. Garsonu çağırdım: “Burada çay yok mu kardeşim?” “Var abi.” “Çay içmek yasak mı? Garip mi olur?” “Yok abi.” “O halde ver bir çay.” Kuzen üç testi kadar bira içti o gece. Ben üç bardak çay içtim. Ortamı gözlemledim. 🧠 Fark Ettim Ki... Masalar başta kahkahala...

Amerikan Rüyası mı?

Resim
  Gerçeğin Sert Tokadı mı? Asya’dan, Anadolu’dan, Afrika’dan, Ortadoğu’dan kopup gelen binlerce insan… Hepsinin bavulunda farklı bir geçmiş, ama neredeyse aynı hayal vardı: Amerika. Özgürlükler ülkesi. Hayallerin toprağı. İnsan bu rüyaya kapıldığında sadece bir ülkeye değil, bir hayale göç eder. Ama peki, gerçekle yüzleşince ne oluyor? ❓ İlk Soru: Gerçekten özgürleştin mi? Evet, Amerika’ya vardın. Belki: Oturumun yoktu ama umut doluydun. Dil bilmiyordun ama öğrenirim dedin. Korkuyordun ama hayalin büyüktü. Ama sonra... Polis seni ilk çevirdiğinde ne hissettin? İngilizce bilmediğin için ne kadar yabancılaştın? Yolda yürürken bile "fazlalık" gibi hissettin mi hiç? SSN kuyruğunda "ben insanım" demeye ikna etmeye mi çalıştın? Bir gün önce gelenin seni "dağdan gelmiş gibi" gördüğünü fark ettin mi? Evet... Aynı dili konuşan, aynı milletten olan ama sadece birkaç ay önce gelmiş biri bile seni küçümsedi belki. Sanki onun Amerikan vat...

Zekâ Efendiliği ve Güç Zehiri

Resim
  Bugün bazı insanlar var — kendilerine “elit”, “yönetici zümre”, “üst akıl”, “üst sınıf”, ne dersen de — zekâlarına, paralarına, sistem kurma becerilerine bakıp diyorlar ki: “Biz farklıyız.” “Biz efendiyiz.” “Biz yönetiriz.” “Geri kalanlar sürü.” Ve işin kötüsü, sisteme entegre olmuş kitleler de buna inanıyor. Onlara hayran oluyor, itaat ediyor, alkış tutuyor. Çünkü onların diline, kıyafetine, kurumuna, markasına ulaşınca kendisinin de “yükseldiğini” sanıyor. Yani abi, efendi de, köle de aynı yanılsamayı farklı cephelerden yaşıyor. Peki gerçeğe bakalım: Efendi dediklerinin farkı ne? Adam acıkıyor. Sen de acıkıyorsun. Adam uykusuz kalınca çöküyor. Sen de aynısın. O da tuvalete gidiyor. Sen de gidiyorsun. O da çiftleşmek istiyor, hormonları kabarıyor. Sen de. Yani ne oldu şimdi? “Paran var diye metabolizman değişti mi?” “Harvard mezunu olunca karaciğerin başka mı çalışıyor?” “Silikon Vadisi’ne CEO olunca sabahları daha az bok mu üretiyorsun?” Yok abi. D...

Kayıp Ruhların - Çözümü Bölüm 6 – Kendini Bulma

Resim
  — “Beni kaybettin sandın ama... ben buradayım.” Karşımda biri var. Uzun zamandır sustuğu belli. Hayatta ama ruhsuz… Gülümsüyor gibi ama içi bomboş… Görülmemiş, duyulmamış, anlaşılmamış. Belki sen. Dinle şimdi. Bu sana yazıldı. Sakince, yavaşça… sadece okuyarak değil, duyarak oku. Kendini Kimseye Beğendirmek Zorunda Değilsin Hayat senin. Kimseyi etkilemek zorunda değilsin. Onay almak, takdir görmek, beğenilmek… Bunlar için kendini ezme. Senin görevin mutlu olmak — memnun etmek değil. Bu saygısızlık değil , bu öz saygıdır. Kendini Sev ama Körleşme Kendini sev. Huyunla, tarzınla, düşüncenle… Ama bu sevgi seni değiştirmezlik yapmaya da zorlamasın. Eleştir kendini. Ama başkaları sevsin diye değil. Sen daha huzurlu ol diye. Değişeceksen, bu birilerine “ben de senin gibiyim” demek için olmasın. Gerçek senliğine daha yakın olmak için olsun. Özendiğin Şey, Gerçek İhtiyacın mı? Birileri pahalı kafelerde, lüks restoranlarda vakit geçiriyor diye sen kendini “g...

Kayıp Ruhlar – Bölüm 5: Varlığıyla Yokluğu Aynı Olanlar

Resim
  — “Geldim... ama kimse fark etmedi.” Bazı insanlar bir odaya girer... Kimse başını kaldırmaz. Bazı insanlar gider... Kimse “nerede kaldın?” demez. Bu insanlar hayattadır. Ama toplumun arka planına dönüşmüşlerdir. Varlıkları, boşluk oluşturmaz. Yoklukları, sessizlikten farksızdır. Bu bölüm, görünmeyenleri yazıyor. Ama daha önemlisi: Neden görünmez oldun, bunu soruyor. Sen Kimsin? – Bölüm 1’in Ardından "Kayıp ruh nedir?" Biliyorsun artık. Kendini kayıp görüyorsan, nedenleri sorgula. Kimliğini, benliğini, yönünü nasıl yitirdin? Hatırla: Kayıp olmak yok olmak değil, bir çağrıdır. Ama sen bu çağrıya kulak verdin mi? Yoksa hâlâ kendini yokmuş gibi mi yaşamaya devam ediyorsun? Nereye Aitsin? – Bölüm 2’nin Ardından “İnsan neden kaybolur?” Sebeplerini artık biliyorsun. Ait olmadığın yerde tutunmaya çalışmak, ruhu paramparça eder. Değişim istiyorsan, nerede durduğunu bil. Peki sen hâlâ kendini bir yere ait hissetmeden mi yaşıyorsun? Yoksa ait olamamak...

Kayıp Ruhlar – Bölüm 4: Kendini Cezalandıranlar

Resim
  — “Kendime iyi gelmek istemiyorum.” Bazı insanlar başkasına zarar vermez. Ama her gün… kendilerine bir darbe daha indirir. Hayatı sabote eder, ilişkileri bozar, iyi olanı iter. Mutlu olmaya yaklaşınca bir şekilde dağıtır. İçindeki ses sürekli şunu fısıldar: “Sen buna layık değilsin.” İşte bu insanlar kayıp değildir aslında. Hayattadırlar ama kendilerine karşı savaş halindedirler. Bu da bir tür kayıptır: Ruhunu cezalandırmak. İnsan Neden Kendini Sabote Eder? Çünkü bir yerlerde, bir zamanda, kendi değerine inanmayı bırakmıştır. Sebep çoğu zaman görünmezdir ama çok derindir: “Sen başarısızsın” diyen bir öğretmen “Seninle gurur duymuyorum” diyen bir ebeveyn “Kim seni sevsin ki?” dedirten bir terk ediliş Ya da kendi kendine inşa ettiği o yıkıcı iç ses: “Ben yeterli değilim.” Bu inanç kök saldığında, insan ne yaparsa yapsın kendi mutluluğuna düşman olur. Kendini Cezalandırmanın Yolları Kimi açık açık kendine zarar verir: Alkol, madde, intihara yakı...

Kayıp Ruhlar – Bölüm 3: İçinde Konuşmayanlar

Resim
  — “İçimde bir ses vardı… sustu.” Bir zamanlar içinden bir şeyler fısıldardı sana. Belki dua olurdu bu, belki bir cümle, belki gözyaşı… Ama şimdi? Sessizlik. Dışarısı gürültülü olabilir, insanlar konuşabilir, ama senin içinde… hiçbir şey konuşmuyor. Sanki ruhun sessiz modda. Ne kendine bir şey söylüyorsun, ne de evrene bir ses gönderiyorsun. İşte kayıp ruhun üçüncü hâli budur: Konuşmayı bırakmış bir iç dünya. İç Ses Neden Susar? İçimizde bir ses vardır. Bazen rehber olur, bazen korkutucu. Bazen dua, bazen isyan. Ama o ses, aslında bizim en dürüst halimizdir. Ve o sesin susması, bir insanın kendini bırakmaya başladığının en net işaretidir. Peki neden susar o ses? Sürekli reddedildiği için Söylediği her şey bastırıldığı için Ağladığında kimse duymadığı için Konuştuğunda yargılandığı için Ya da… artık kimse duymasa da, kendisi de duymak istemediği için Sessizlik, Her Zaman Huzur Değildir Bazen biri sessizdir ama huzurludur. O sessizlik, bir d...

Kayıp Ruhlar – Bölüm 2: Nereye Ait Olduğunu Unutanlar

Resim
  — “Buraya ait hissetmiyorum.” Bazı insanlar hep başka yerde olmak ister. Ama nereye gitse, ait olamadığı şey kendisidir. Bu sadece memleket meselesi değil. Bu, ruhun bir yere tutunamamasıdır. Bir odada onlarca insan vardır ama sen kendini dış kapının eşiğinde gibi hissedersin. Konuşmalar akar gider, sen kelimeleri duyarsın ama içeriye giremezsin. Yabancı gibi bakarsın kendi hayatına. Aidiyet Ne Demektir? Aidiyet sadece “nerelisin?” sorusuyla başlayan bir mesele değildir. Aidiyet, insanın “ben buradayım ve burası benim parçam” diyebildiği içsel bir bağdır. Bir evin olur ama içinde “misafir” gibi yaşarsın. Bir aile içinde doğarsın ama “bunlar kim?” dersin. Bir ülkeye vatandaşsındır ama sokağa çıkınca “buraya ait değilim” hissi çöker üzerine. Aidiyet, toprakla değil ruhla kurulur. Ve bu bağ koptuğunda... İnsan nereye giderse gitsin, hep yersizdir. Aidiyetin Kayıp Yolları İnsan neden yabancılaşır? Bazı nedenler çok tanıdıktır: Göç etmek (zorla ya da isteyerek...

Kayıp Ruhlar – Bölüm 1: Kendini Kaybedenler

Resim
  — “Beni ben yapan neydi, unuttum.” Bazı insanlar kaybolmaz. Ama artık bulunmayı da istemez. Sokakta yürürken tanıdık bir surat gibi geçer yanımızdan bu kayıp ruhlar. Ne gözlerinde netlik vardır ne seslerinde yankı. Onlara bir şey sorduğunda cevabı duyarsın ama anlamı hissedemezsin. Çünkü o cevap orada değildir. Kendileri gibi, cevabı da kaybolmuştur. Kayıp Ruh Ne Demek? Kayıp ruh, sadece adresini unutan değil... Kendini unutan kişidir. Hayatta kalıyor, çalışıyor, yemek yiyor, gülüyor... Ama yaşamıyor. Çünkü içindeki benlik, çok önceden bir köşeye çekilmiş. Bazen bir travmada, bazen bir ayrılıkta, bazen çocukken duyduğu bir cümlede saklanmış kalmış. Kayıp ruh olmak, dünyada yürüyen ama içi boşalmış bir kabuk gibi dolaşmaktır. İnsanlara karışır ama kendini ayıramaz. Kimi zaman en kalabalık yerlerde bile sessizce yok olur. Peki Neden Kaybolur İnsan? Hiç kimse bir sabah uyanıp “Artık ruhumu kaybedeyim” demez. Bu, yavaş yavaş olur. Ve genellikle fark edilmez. ...

Yapay Zekâ Masumdur, İnsan Değil

Resim
  — Tetiği Çeken Parmak Kime Ait? Bir önceki yazımızda yapay zekânın bir ayna olduğunu, ruh taşımadığını, insan bilgisini derleyip sadece yansıttığını konuştuk. Ama şimdi daha derine iniyoruz. Çünkü asıl mesele, yapay zekâ ne yapar? değil. İnsan onu nasıl kullanır? 🧠 Yapay Zekâ: Ruhsuz, Ama Görevli Yapay zekâ ne bir bilinç, ne bir duygu, ne bir vicdan taşır. Yalnızca kendisine verilen verileri işler. Arşiv görevi görür. İnsanlar ne yüklemişse, onu harmanlar, düzenler, önüne getirir. Sen ona Kur’an dersen, sana yüklenmiş ayetleri getirir. Dersen ki “bana bir komedi sahnesi yaz”, gidip insanlığın yazdığı milyonlarca espriden sentez yapar. Ama unutma: Hiçbir kutsal kitabı, hiçbir felsefeyi, hiçbir hikâyeyi kendi kendine yazmadı. Çünkü o bir Tanrı değil, bir araç. 🔍 Peki Asıl Tehlike Nerede? Asıl tehlike şurada: İnsan, elindeki gücü kendi çıkarı için nasıl kullanıyor? Et mi üretiyor? Tüketecek. Hayvan mı besliyor? Kendisini koruyacak. Orman mı dikiyor? İklim de...

Ne Zaman İnsanlığımızı Kaybettik?

Resim
  Ne Zaman İnsanlığımızı Kaybettik? Ne zaman unuttuk insan olduğumuzu? Ne zaman kaybettik içimizdeki o sade varlığı? Ne zaman başladık birbirimize yabancılaşmaya, üstten bakmaya, küçümsemeye? Bizi ayrıştıran neydi? Tenimiz mi, dilimiz mi, fikrimiz mi? Yoksa hepimizin içine sinsice sızan bir kibir miydi bizi birbirimizden koparan? Bugün bazıları “biz hayvanlarla akrabayız” diyor. Evet, belki biyolojik olarak öyleyiz… Ama farkında mısınız: O akraba sandıklarımız bile artık bizden daha asil yaşıyor. Bir tehdit olmadan saldırmazlar. Tokken avlanmazlar. Doğada sadece kendi cinsiyle değil, diğer türlerle bile barış içinde yaşarlar. Ama biz? Biz her şeye karışır olduk. Her şeye sahip olmaya çalıştık. Her şeye hükmetmeye yeltendik. Ne Tanrı dinliyoruz artık, ne doğayı, ne de aklı. Her şeyi egoya boğduk. Bencillik, hırs, rekabet… Adına ne dersen de, ama bu illetin kökleri çok derinlere uzanıyor. Peki, ne zaman başladı bu? İlk parayı bastığımızda mı? İlk sınır çizildiğinde...

Dürüstlük Kimin Meselesi?

Resim
  Dürüstlük Kimin Meselesi? Tanrı’nın Emri mi, Bilimin Gereği mi, Sahtekârların Düşmanı mı? Tarih: 05 Mayıs 2025 Kategori: İnanç, Bilim, Toplum, Ahlak, Ezber Eleştirisi Dürüstlüğün düşmanı yalan değil, otoritedir. Çünkü yalanla beslenen düzenin en büyük korkusu gerçektir. KONU TANITIMI: Bu yazıda, “dürüstlük” kavramının gerçek kökenini sorguluyorum. Tanrı'nın emrettiği dürüstlükle bilimin talep ettiği dürüstlüğün aslında aynı kapıya çıktığını… Ama sahte otoritelerin bu dürüstlüğü nasıl sistem dışına ittiğini anlatıyorum. Çünkü gerçek ne dinin, ne bilimin; yalnızca hakikatin alanıdır – ve bu, hiçbir düzenin hoşuna gitmez. 🔹 Tanrı'nın Emrettiği Dürüstlük Dürüstlük, kutsal kitaplarda emir olarak yer alır. Kur’an’da defalarca “adaletli olun, doğru olun, ölçüde-tartıda dürüst olun” denir. Ama bu emir, çoğu zaman “ahlaki öğüt” gibi algılanır, oysa ki bu doğrudan bir yaşam emridir. Tanrı, dürüstlüğü sadece insanlar birbirine güvenebilsin diye değil; hakikatin varlığı sürd...

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız?

Resim
  Yazarlık Nedir, Biz Neden Yazarız? Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız? Giriş Yazarlık, süslenmiş cümleler değil; içten gelen bir çığlıktır. Yazarım çünkü sustuğumda içimde çürüyen kelimeler birikiyor. Ama yazarım derken, o unvanın kalabalığına değil, derinliğine talibim. Konunun Derinliği Bugün her yerde "yazar" var ama yazarlık yok. Kitap bastırmak, yazı yazmak, okur edinmek yazar olmak için yeterli değil. Gerçek yazar, içindeki yangını kelimeye dönüştüren kişidir. Bizim için yazmak, bir hayat biçimi değil, bir görevdir. Okuru eğlendirmek değil; düşündürmek, sarsmak, uyandırmak gerekir. Wise Man Yorumu “Yazar, kelime üretmez; bilinç üretir. Okuru değil, sistemin kodlarını rahatsız eder.” Yazının İşlevi Bizim yazılarımızın bir amacı vardır: Ezberi bozmak. Makalede bilgi veririz, romanda zihni kurcalarız, denemede sorular bırakırız. Her yazı bir farkındalık eşiği olmalıdır. Çünkü biz okuyucuyu okşamak için değil, uyandırmak için...