Zekâ Efendiliği ve Güç Zehiri
Bugün bazı insanlar var — kendilerine “elit”, “yönetici zümre”, “üst akıl”, “üst sınıf”, ne dersen de — zekâlarına, paralarına, sistem kurma becerilerine bakıp diyorlar ki:
“Biz farklıyız.”
“Biz efendiyiz.”
“Biz yönetiriz.”
“Geri kalanlar sürü.”
Ve işin kötüsü, sisteme entegre olmuş kitleler de buna inanıyor.
Onlara hayran oluyor, itaat ediyor, alkış tutuyor.
Çünkü onların diline, kıyafetine, kurumuna, markasına ulaşınca kendisinin de “yükseldiğini” sanıyor.
Yani abi, efendi de, köle de aynı yanılsamayı farklı cephelerden yaşıyor.
Peki gerçeğe bakalım: Efendi dediklerinin farkı ne?
Adam acıkıyor.
Sen de acıkıyorsun.
Adam uykusuz kalınca çöküyor.
Sen de aynısın.
O da tuvalete gidiyor.
Sen de gidiyorsun.
O da çiftleşmek istiyor, hormonları kabarıyor.
Sen de.
Yani ne oldu şimdi?
“Paran var diye metabolizman değişti mi?”
“Harvard mezunu olunca karaciğerin başka mı çalışıyor?”
“Silikon Vadisi’ne CEO olunca sabahları daha az bok mu üretiyorsun?”
Yok abi.
Değişen tek şey kafadaki ego şişliği.
Gerisi, aynı hayvani döngünün farklı sunumları.
Güç, Gerçek Değil — Sahne Dekoru
İşte burada asıl tokadı patlatan cümle geliyor:
“Güç neden onu gerçekten farklı yapmıyor?”
Çünkü güç dediğin şey:
-
Sadece başkaları seni öyle gördüğü sürece var.
-
Sadece sistemde karşılığı varsa gerçek.
-
Sadece insanlar boyun eğdiği sürece hükmedebilen bir illüzyon.
Ama o gücün:
-
Doğayla savaşı yok.
-
Ölümle bir pazarlığı yok.
-
Yalnızlıkla başa çıkma garantisi yok.
Senin gibi yaşlanıyor.
Senin gibi korkuyor.
Senin gibi terk edilince yıkılıyor.
Ama sahnede ışıklar onun üstünde.
Kostümü daha pahalı.
Dekor daha parlak.
Ve bu da sisteme esir düşmüş kitleleri etkiliyor.
Kandırmacanın Özeti: “Farklıyım” diyerek aynı kalmak
Efendi gibi görünen o adam, aslında seninle aynı fırtınaya yakalanmış bir sandal.
Sadece onun sandalına “CEO”, “başkan”, “vizyoner” yazmışlar.
Ama mide asidi, bağırsağı, prostatı, karaciğeri...
Seninkiyle saniyesi saniyesine aynı çalışıyor.
Yani mesele:
“Ne kadar zeki olduğun” değil…
Bu geçici hayata ne kadar “uyanık” baktığın.
Sen gerçeği görmeye başladığında, onun bütün şatafatı,
kavanozun içindeki bir parlak boncuk gibi kalıyor.
Gerçek farkındalığı olan bir insan, hiçbir zaman bir şeye dayanarak üstünlük yarışına girmez. Ne zekâsına güvenir, ne malına, ne de bilgi birikimine. Çünkü bilir ki bütün bu “üstünlük” denilen şeyler geçicidir. Bugün vardır, yarın yoktur. Bugün senin olan bir şey, aslında yarın başkasına emanet olabilir. Çünkü bu hayatta hiçbir şeyin kalıcılığı yok. Sadece senin içindeki hakikatle kurduğun bağ kalır.
Evet, bazılarına hayat daha fazla imkân sunmuştur. Bazı insanlar daha rahat koşullarda doğmuştur. Kimine servet, kimine yetenek, kimine sosyal çevre verilmiştir. Ama zamanla bu insanlar o verilenleri “kendi kazancı” sanmaya başlar. Sanki kendi aklıyla her şeyi çözmüş, kendi iradesiyle her şeyi kurmuş gibi… Oysa akıl da verilmiştir. Şans da verilmiştir. Ve ne yazık ki insanlar çoğu zaman bu “verilme” gerçeğini unutup, “ben yaptım” diyerek kendilerini merkeze yerleştirir. İşte bu en büyük yanılgıdır. Bu yanılgı, insanı gerçeklerden uzaklaştırır. Kendi içindeki sınırlılığı, ölümlülüğü, acizliği göremez hale getirir.
Düşünsene, dünyanın en zengin adamı. Milyar değil, trilyon dolar serveti var. Altın, mücevher, hisse senetleri, fabrikalar, enerji ağları, silah sanayi, ilaç sektörü, sağlık sistemleri... Hatta devletlerin bile ondan alacaklı olduğu bir düzene hükmediyor. Bir imparator gibi... Adeta görünmeyen bir tanrı gibi algılanıyor. Ama şimdi hayal et. Sen ve bu kişi bir kazada aynı anda bir çöle düştünüz. Ya da bir deniz kazasında aynı adaya sığındınız. Ne para var, ne telefon, ne teknoloji, ne bağlantı, ne statü, ne özel jet, ne koruma... Sadece bedeniniz ve çıplak gerçeğiniz var.
O zaman soru şudur: Bu iki kişi nasıl yaşayacak?
Kim kime muhtaç?
Kimin varlığı, diğerinin yaşamı için daha gerekli?
Belki sen doğayı biraz daha tanıyorsun, belki su bulmayı biliyorsun. Belki odun toplamayı, ateş yakmayı, basit barınak yapmayı biliyorsun. O ise sadece emir vermeye alışkın. Lüks restoranlarda yemek yemeye alışmış biri, şimdi kendi yemeğini pişirebilecek mi? Susuzluk başladığında, kimin dayanıklılığı daha çok işe yarayacak? Akşam hava soğuduğunda, kimin aklı çözüm üretecek? Para, hisse senedi, altın külçesi orada hiçbir işe yaramıyor. Sadece insan, sadece beceri, sadece sade gerçek kalıyor.
İşte bu örnek, o görkemli sistemin aslında ne kadar kırılgan ve boş olduğunu gösteriyor. İnsan ne kadar güce sahip olursa olsun, hayatın temel yasaları önünde herkes eşittir. Açlık, susuzluk, korku, yalnızlık, ölüm... Hiçbir güç bu gerçekleri iptal edemez. Seninle onun arasındaki fark, sadece sahne ışığında. Işıklar söndüğünde herkes aynı karanlıkta kalır.
Gerçek farkındalık, bu sahte güç oyununu reddetmektir.
Gerçek bilgelik, güçlü görünene değil, özü sağlam olana saygı duymaktır.
Çünkü hayatta asıl kıymetli olan, “güçlüymüş gibi duran” değil, “insan kalabilen”dir.
O az imkânlı ortamda, yani para geçmeyen bir çölün ortasında ya da adada, o güç kaynağı sanılan kişi kendini yavaş yavaş bir acziyetin içinde bulur. Önce gururu çatırdamaya başlar. Egemenlik duygusu ufalanır. Sonra fiziksel sınırlarıyla yüzleşir: susuzluk, açlık, korku, yalnızlık. İşte o zaman yavaş yavaş aklına bir şey gelir… belki ilk defa düşünür:
“Evet... ben de bir insanım.”
“Ben de ölümlüyüm.”
“Ben de bir gün toprağa gömüleceğim. Cesedim çürüyecek. Yok olacağım.”
Ve daha da derine indikçe şunlar canlanır zihninde:
“Defin işlemim bitecek, herkes dağılacak.”
“Ağlayanlar, üzülüyormuş gibi yapanlar birkaç gün sonra unutacak beni.”
“Arkamda kalan miras için, birileri savaşacak.”
“Benim kazandığım, benim inşa ettiğim zannettikleri şeyleri, kendi kazançları sanacaklar.”
“Sahi... ben neyim?”
İşte bu cümle, belki bir insanın hayat boyu sormadığı ama belki de ölümle yüz yüze kalınca aklına gelen o ilk büyük sorudur.
“Sahi ben neydim?”
“Evet güçlüydüm” diyecek.
“Sanıyordum ki bu dünya benim etrafımda dönüyor. Ama şimdi bir yudum suya muhtacım.
Ayakta duracak halim yok. Bir dayanak olmadan yürüyemem.
Yani ben… o çok övdüğüm zekâmla, gücümle, konumumla birlikte...
Aciz bir varlıkmışım.”
Ve ardından bir zincir başlar zihninde:
“Kimdi beni destekleyen?”
“Kimdi beni donatan?”
“Kimdi bana bu imkânları veren?”
“Kimdi beni taşıyan, koruyan, açlıktan, soğuktan, korkudan uzak tutan?”
Sorular çoğalır…
Cevaplar, puslu ve silik bir hafızadan sızmaya başlar.
Çocukken duyduğu bir dua sesi belki…
Bir mezarlıkta işittiği bir konuşma…
Bir anne sesi, bir öğretmenin hatırlattığı bir söz…
İşte o cevaplar canlanır ama bu defa, gösterişli tahtlarda değil,
sessizliğin ortasında yankılanır.
Çünkü gerçek farkındalık,
herkesin eşitlendiği anda,
herkesin çıplak olduğu şartlarda ortaya çıkar.
Yani eşitlik deyince sadece hak hukuk değil,
imkânların sıfırlandığı an konuşur.
Orada paranın, unvanın, diplomanın, silahın, bağlantının hükmü yoktur.
Orada sadece bir yudum su kıymetlidir.
Ve o suyu sana uzatan kimse, işte o anda “gerçek güçlü” odur.
O hayal ettiğimiz çöl ya da ada senaryosu aslında bir mecaz değil, kaçınılmaz bir gerçektir. Belki aynı kazaya düşmeyeceksiniz, belki hiçbir zaman aynı adada olmayacaksınız ama sonuç değişmeyecek. O da ölecek, sen de. O da toprağa girecek, sen de. Trilyonları da onunla gömülmeyecek, senin eksiklerin de seninle kalmayacak. En sonunda, her ikinizin de arkasından birkaç satır yazı, birkaç başsağlığı mesajı, birkaç gün süren yas… sonra sessizlik.
Kendini küçümseme. Kimseden aşağıda değilsin. Sistemin çarkları seni ezebilir, üzerinden geçebilir, seni görmezden gelebilir ama sen kendi varlığını değersizleştirme. Çünkü seni de yaratan aynı kudrettir, onu da. O belki unuttu. Belki kendini tanrılaştırdı, belki sahip olduklarının ebedi olduğuna inandı. Ama sen unutma.
“Seni de yaratan, onu da yaratan bir Allah’tır.”
Unutanlar belki bu hayatta daha çok kazanıyor gibi görünür. Daha rahat yaşarlar, daha yüksekten bakarlar. Ama unutmayanlar, bu hayatın gerçekliğini hatırladıklarında, asıl kazancın ne olduğunu anlar. Çünkü hakikat, hatırlayanla birlikte yürür. Güç, unutmayanın içinde saklıdır.
Unutma.
Kimse senden üstün değil.
Kimseden eksik değilsin.
Hiç kimse, toprakla sınandığında senden daha güçlü kalamaz.

Yorumlar
Yorum Gönder