Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 2
2. Bölüm – Yılmaz Güney’in Hayatı ve Siyasi Mücadelesi
1937’de Adana’nın Yenice köyünde dünyaya gelen Yılmaz Güney, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Çocukluğu pamuk tarlalarında çalışarak geçti. Yoksulluğun, adaletsizliğin, sınıf farkının ne demek olduğunu daha küçük yaşta öğrenmişti. Bu gerçeklik, ileride yazacağı senaryoların ve çekeceği filmlerin ana omurgasını oluşturdu.Genç yaşta sinemaya ilgi duydu. Lise yıllarında hikâyeler yazmaya başladı, kısa öyküleri dergilerde yayımlandı. 1950’lerin sonunda Atıf Yılmaz’ın yanında çalışmaya başlayınca sinema dünyasına adım attı. Önce figüranlık, sonra yardımcı roller, ardından başroller geldi. Sert bakışları ve Anadolu insanının çilesini yüzüne yansıtan fiziği sayesinde “Çirkin Kral” lakabını aldı.
Ama Yılmaz Güney sadece bir aktör değildi. Yazdı, yönetti, yapımcılık yaptı. 1960’ların sonundan itibaren toplumsal sorunları perdeye taşıdı. “Umut” (1970) filmiyle Anadolu insanının hayallerini ve çaresizliğini dünyaya duyurdu. Sineması artık bir eğlencelik değil, bir isyandı.
Fakat bu isyanın bedeli ağır oldu. Siyasi fikirleri ve komünist düşüncelere yakınlığı sebebiyle defalarca yargılandı, hapse girdi. 1974’te Yumurtalık’ta bir hâkimi öldürmekten 19 yıl hapis cezası aldı. Cezaevindeyken bile film çekmeye devam etti; “Sürü” ve “Yol” filmlerinin senaryolarını cezaevinde yazdı, filmler dışarıda çekildi.
1981’de izinli çıktığı cezaevinden kaçarak yurtdışına geçti. Fransa’da siyasi sığınmacı oldu. Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı. 1982’de “Yol” filmi Cannes’da Altın Palmiye ödülünü aldı. Bu, Türk sinemasının dünya sahnesinde gördüğü en büyük başarıydı. Ama ironik bir şekilde, o sırada Yılmaz Güney kendi ülkesinde “vatan haini” ilan edilmişti.
1984’te, henüz 47 yaşında Paris’te mide kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Arkasında hem devasa bir sinema mirası hem de hâlâ tartışılmaya devam eden bir siyasi portre bıraktı.
Yazımızın devamı: “Sanat ve Siyaset Arasında Yılmaz Güney”
Yorumlar
Yorum Gönder