Aklın Zincirlerini Kırmak


 “İman, Sorgulama ve Yüzleşme Cesareti”

Bazı sorular vardır, cevabı kadar cesareti de değerlidir.
“Ben kimim?”
“Neden yaratıldım?”
“Allah varsa neden kendini göstermiyor?”
Ve en önemlisi:
“İman etmişken hâlâ neden sorular soruyorum?”

İşte bu deneme, inanan bir beynin, susmayan bir kalbin ve asla kandırılamayan bir vicdanın çığlığıdır.


Sorgulamak Fesatlık Değil, Fıtrattır

Hz. İbrahim gökyüzüne baktı. Yıldızı gördü. "İşte bu benim Rabbim" dedi.
Ama yıldız kayboldu.
Ardından ayı gördü, sonra güneşi... Hepsi kaybolunca dedi ki:
“Ben, batanları sevmem.”

Bu neydi biliyor musun?
İmanın doğum sancısıydı.
Karanlıktan aydınlığa çıkan bir aklın, gözlemin, sorgulamanın ve son durakta imanla buluşan bir ruhun yolculuğu…

İbrahim’in Allah’a "Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demesi bile iman zayıflığı değil, imanını aklıyla mühürleme arzusuydu.
Bu, aklın ihaneti değil, imanına sadakatidir.


Aklı Dışlamak, İmanı Çürütür

Gazâlî çok büyüktür, eyvallah. Ama onun felsefeye açtığı savaş, bugünün taşlaşmış din algısının da temelini attı.
Halbuki felsefe, imanı yok etmez.
Doğru soruyu sormak, doğru cevabı yaklaştırır.

Sorgulayan biri kâfir değildir.
Sorgulayan ama kasıtlı inkâr eden olabilir.
Ama her soran, her düşünen cehennemlik değildir.

Aklı taşlamak, imanı yalnızlığa mahkûm etmektir.
Bir Müslüman, çağının zekâsından kaçmaz; aksine çağın aklını Allah'ın ayetleriyle tanıştırır.


Zikir Laboratuvarda da Yapılır

Bugün bir laboratuvarda deney yapan bilim insanı, aynı anda "Ya Rahman" diyemez mi?
Niye dini sadece seccadeye hapsediyoruz?
İcat yapan bir mümin, icadını yıkım değil şifa için yapmaz mı?

İnanç, bilimle kavga etmez.
Tam tersine, bilimi vicdanla evlendirir.
Sen bugün yapay zekâyı "gavur icadı" deyip dışlıyorsan, yarın onun kararlarını boynuna zincir diye takarsın.


Medrese Taşları Arasında Boğulan Zekâ

Eğer Ebu Hanife’den sonra gelen “alimler” de onun gibi çağını okusaydı, bugün bizim de uzay istasyonlarımız olurdu.
Bugün hâlâ onun fıkhıyla idare ediliyoruz ama onun fıkhını anlamayı bırak, tekrarlamaktan başka iş yapmıyoruz.

Akıl, Allah’ın kuluna verdiği en büyük nimettir.
Ama sen bu nimeti kullanmaz, sadece “teslim ol” dersen, bir gün aklını kullananların pazarı, senin pazarına hakim olur.
İşte oldu da...


Ateistleri Dışlamak Değil, Anlamak Gerekir

Senin gibi düşünmeyen herkes kâfir değil.
Bazısı kırılmış, bazısı kandırılmış, bazısı hâlâ yolda...
Sen selamı esirgeyerek değil, örnek olarak yön gösterirsin.
“Merhaba” bile bir dua, bir niyet, bir iyi dilektir.
“Selam” sadece Arapçasıdır.

Unutma, Hz. İsa, zina etmiş bir kadını taşlamak üzere olanların önüne geçti ve “İlk taşı hiç günah işlemeyen atsın” dedi.

Bugün de ilk hakareti hiç hata yapmamış olan etsin o hâlde, cesareti varsa.


İman, Akılla Kanatlanır

İman bir tohumdur. Kalpte filizlenir, ama akıl o filizi büyüten topraktır.
Aklını kullanmayan toplumlar, başkalarının aklına hizmet eder.
Korkmak değil, bilmek gerek.
Yasaklamak değil, yönlendirmek gerek.
Ve en önemlisi:
İnancı olan insan, yalnız Allah’tan korkar. İnsanlardan değil.


Hülasa:

Eğer Allah bizi yeryüzüne “halife” olarak indirdiyse, bu sadece namaz kılalım, oruç tutalım, dua edelim diye değil.
İnşa edelim, keşfedelim, adalet sağlayalım, zulmü engelleyelim diye...

O yüzden, ey aklını seven mümin!
Sorma diyenleri değil, sorup doğruyu gösterenleri takip et.
Ve unutma:

"İçinizde iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun." (Âl-i İmran, 104)

İşte sen o topluluktan ol.
Çünkü bu çağ, artık susmayanları çağırıyor.

Ben ne Gazali'yi ne ibni Rüşt'ü haklı veya haksız bulmaya çalışıyorum, çünkü mesele ne Gazali’nin haklılığı ne İbn Rüşd’ün cesareti...
Mesele şu:

“İmanı kaybetmeden aklı çalıştırmak mümkün mü?”
Evet, mümkün.
Ama cesaret istiyor.
Ve Gazali gibi bir dev bile o cesareti, bazen "halk kopmasın, fitne büyümesin" diye sınırlı tutmuş olabilir.

Gazali aklı inkâr etmedi,
Ama aklın sınırlarını çizdi.
O sınırlar:

  • Allah’ın zatına dair sorular,

  • Gayb âlemine dair çözülemeyen çelişkiler,

  • Hikmetin ötesindeki kader gibi konulardı.

Bu konularda akıl sussun, iman konuşsun dedi.

İbn Rüşd ise dedi ki:

“Eğer Allah aklı verdiyse, neden kullanmayalım?”
Ve aklı kullanmanın da bir ibadet olabileceğini gösterdi.

 Gazali filozofları alt etmek istemedi.

Onların akılcılığıyla halkın imanı arasında duvar çekmek istedi.
Çünkü gördü ki, halk hazır değil.
Filozofların kurduğu kavramlar, sıradan Müslümanın kafasında fırtına koparıyor.

Ve evet...
Eğer isterse Gazali, hepsine kıyamete kadar cevap verecek bir sistem kurabilirdi.
Ama o bir sistem adamıydı, halkın, devletin, ümmetin dağılmaması için fren mekanizması oldu.


Peki bugün?
Bugün artık mesele halkın kopması değil...
Halk zaten koptu.
Tarikatlar, sapmalar, boş inançlar, yeni din yorumları, kapitalist dindarlık...

Artık aklı dışlayarak koruyacak bir şey kalmadı.
Bugün yapılması gereken:

İmanı, akılla yeniden onarmak.
İnancı, mantıkla yeniden anlatmak.
Ve cesareti olan herkesin, soruyu sesli sorana sesli cevap vermesi.

Gazali, evet...
Bir Ebu Bekir gibi ihtiyatlı, sağlamcı, kırılgan imanları korumaya çalışan bir akıldı.
Toplumu gözetti, düzeni gözetti.
Aklı evcilleştirdi.
Dedik ya, bir fren sistemi kurdu.

İbn Rüşd ise...
Bir Ali gibi meydan okuyandı.
İnancı sağlam olanları ileri çağırdı.
“Gelin, aklı Allah’ın lütfu gibi kullanın.

Zaten düşünmeden iman edilirse, iman zayıf olur” dedi.


Bu iki figür aslında birbirinin zıttı değil, tamamlayıcısıydı.

  • Gazali: Toplumun imanını korumak için aklı sınırladı.

  • İbn Rüşd: Aklı geliştirmeden iman çürür diyerek meydan okudu.

İkisi de hakikatin peşindeydi ama farklı rotalardan yürüdüler.

“Zahir Batına Açılır: İslam’da Felsefenin Akıbeti ve İbn Rüşd’ün Sessiz Cevabı”

Son İslam Filozofu Kimdi?

İslam düşünce tarihinde “filozof” sıfatını hak eden son büyük isim, İbn Rüşd (1126–1198) olarak kabul edilir.
Batı onu "Averroes" adıyla tanırken, kendi topraklarında uzun süre suskunlukla anıldı.
İbn Rüşd, Endülüs’te (bugünkü İspanya) felsefenin zirveye çıktığı bir dönemin son temsilcisiydi.

Onun ardından, İslam dünyasında felsefe büyük ölçüde kesintiye uğradı.
Bir daha o düzeyde akılcı sorgulamalar, mantık zincirleri, özgür düşünce manifestoları görülmedi.
Yerini tasavvufî yorumlar, fıkıhçılık ve nakilci gelenek aldı.


Peki Felsefeyi Kim Durdurdu?

İslam'da felsefenin fişini çeken isim çoğu zaman İmam Gazali olarak gösterilir.
Evet, Gazali (1058–1111) muazzam bir zekâydı.
Felsefeyi çok iyi biliyor, kelamın zirvesinde geziyor, tasavvufla nefsi terbiye ediyordu.
Ancak özellikle "Tehafütü’l-Felasife" (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseriyle, akılcı felsefenin ana damarını hedef aldı.

Gazali, “felsefe, halkı fitneye sürükler” diyerek, bu ilmin sadece seçkin zihinlere has olması gerektiğini savundu.
Ve nihayetinde, felsefenin soru soran sesi susturuldu.
Yerine ezber, taklit, “alim dedi ki” kültürü geldi.


Gazali vs. İbn Rüşd: Gerçekte Ne Oldu?

Gazali felsefeye karşıydı ama akla düşman değildi.
O, aklın sınırsızlığına değil, sınırsızca kullanılmasına karşıydı.
Toplumun dağılmasından, inançların zedelenmesinden korkuyordu.
Bir nevi Ebu Bekir gibi koruyucu, temkinli, düzen yanlısıydı.

İbn Rüşd ise Ali gibi cesurdu.
İnananların, aklı kullanmaktan korkmaması gerektiğini savundu.
Allah’ın verdiği aklın, Allah’ı bulmaya hizmet etmesi gerektiğini haykırdı.

İkisi de hakikatin yolcusuydu ama yöntemleri farklıydı.
Gazali felsefeyi evcilleştirdi, İbn Rüşd özgür bıraktı.


Felsefe Nedir, Ne Değildir?

Felsefe, inkâr değil sorudur.
Sorunun sahibine göre ya hakikate, ya sapkınlığa çıkar.

Felsefe, Allah’a savaş açmak için kullanılabilir;
Ama aynı şekilde, Allah’ın varlığını idrak etmek için de.

Hz. İbrahim’in soruları,
“Yıldız mı tanrı? Ay mı? Güneş mi?”
ve nihayetinde “Hayır! Bunların hepsini yöneten bir kudret var!” demesi
felsefenin ta kendisidir.

Bu, aklın yoluyla imana ulaşma sürecidir.


Zahiri Konuşan, Batını da Bilir

Burada önemli bir farkı vurgulamak gerek:
Zahir (görünen) konuşuluyorsa, bu mutlaka bir batın (iç yüz) bilinciyle olur.
Senin deyiminle:

“Zahir dile gelmeden önce, batın idrak edilmiş olmalıdır.”

Gazali zahiri konuştu ama batını bildiği içindi.
Sadece herkes anlayamasın, dağılmasın diye örtülü konuştu.
İbn Rüşd ise batını açıkça konuştu.
Hazır olan anlasın, anlamayan düşünsün dedi.

İkisi de hak yolcusu...
Biri sözü sakladı, biri sözle meydan okudu.
Biri susarak, diğeri haykırarak gerçeğe yürüdü.


Felsefe: Hakikati Arama Cesaretidir

Felsefe, Allah’ı anlamak için yapılan bir yürüyüştür.
Kimi bu yolu terk eder, kimi sapar,
Ama samimiyetle yürüyen asla boş dönmez.

İbn Rüşd bu yüzden tarihe şöyle geçti:

“Batılı filozofları hayrete düşüren Müslüman akılcıydı.”
Çünkü İbn Rüşd sadece soru sormadı, cevabı da verdi:
“Aklı Allah verdi. Korkarak değil kullanarak yürümeliyiz.”


Felsefeyi Kapatanlar, Hakikatin Kapısını da Kapatır

Eğer İslam dünyası bugün geri kaldıysa,
Eğer icatlar, bilim, sanat, özgürlük Batı’ya göç ettiyse...
Sebebi felsefeyi, düşünceyi, aklı bir zamanlar “tehlikeli” görmemizdir.

Oysa felsefe, bir inkâr değil, idrak yolculuğudur.
Gerçekten soran, hakikatle buluşur.
Kötü niyetle soran ise kendi bataklığında kaybolur.

İmanla felsefe çelişmez.
Aksine, imanlı bir akıl insanı en sağlam yere götürür.


İşte bu yüzden, dediğimiz gibi:

“Felsefe, hakikati arama cesaretidir.
Bu hareketi Hak yolda sürdüren, hakikate ulaşır.
Ama şeytani fikirlerle yola çıkanlar, sadece hüsranla noktalanır.”

Ve biz...
Aklımızla düşünecek, kalbimizle hissedecek ve imanımızla yürüyeceğiz.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız?

Doğal Taşlar Nedir, Ne İşe Yarıyorlar?

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Bölüm II