Biz Kimdik?


 Son iki yüz yılın en derin sorusu: Doğu neden kendisi olmaktan vazgeçti?

Bir Taklit Hikâyesi: Modernlik Adına Yitirdiklerimiz

Batı rüzgârı 19. yüzyılda Doğu'ya bir fikir değil, bir zorunluluk gibi esti. Modernleşme adı altında kendi tarihine, kültürüne, inancına yabancılaştırılan toplumlar, önce Batı’yı model aldı, sonra kendine düşman oldu.
Bu taklitçilik ne kalkınma getirdi, ne huzur. Aksine, kimlik krizini kalıcılaştırdı.

Dinle İdeoloji Arasında Kalmış İnanç

Din, bir inanç değil, bir kontrol mekanizması olarak kodlandı. Ya siyasetin sopası oldu, ya da inkârın hedefi.
Sonuç? Ne iman kaldı gönülde, ne güven kaldı toplumda.

Ulus Mu, Ümmet Mi, Birey Mi?

Birbirine zıt kimliklerin arasında sıkışan Doğu insanı, "Kürt müsün, Arap mısın, Alevi misin, laik misin, ümmet misin?" gibi sorularla parçalara ayrıldı.
Oysa bütün bu soruların cevabı hep aynıydı: Ben sadece insanım diyemedi.

Sömürge Haritalarıyla Biçilen Kader

Batı’nın cetveliyle çizilen sınırlar sadece ülkeleri değil, zihinleri de böldü. Her yeni devletçik, bir başka efendinin ürünüydü.
Kimlik, haritalarla değil, hafızayla yaşanırdı. Bizse hafızamızı da ithal ettik.

Yeni Nesil Ne Arıyor?

Artık gençler ne Batı’yı kutsal görüyor, ne de geleneksel yapıları sorgulanamaz sanıyor.
Arayıştalar. Kendi anlamlarını, kendi yol haritalarını çizmek istiyorlar.
Ve belki de Doğu’nun en büyük umudu, bu bilinçli arayışta gizli.

Kimlik Kağıtta Değil, Kalpte Yazılır

Son iki yüz yıl Doğu'ya ne kazandırdı, ne kaybettirdi tartışılır. Ama en net gerçek şu: Biz kimiz sorusunu hâlâ kendimiz cevaplayamıyoruz.
Ve bu cevap, dışarıda değil. İçimizde bir yerlerde hâlâ yaşıyor.
O sesi duymaya cesaretimiz kaldıysa, o zaman kim olduğumuzu yeniden hatırlayabiliriz.

Parçalanmış Haritalar, Koparılmış Kimlikler

Batı’nın Doğu’ya attığı ilk ciddi adım, silahla değil haritayla oldu. Osmanlı’nın yıkılması sadece bir imparatorluğun sonu değil, bir medeniyet aklının çöküşüydü. Ve Batı bunu çok iyi planladı.
Başladılar... önce güneyi ve doğuyu söktüler:

Bağdat, Hicaz, Kahire: Kalbin Atışları Kesildi

Bağdat – medeniyetin bel kemiği, Hicaz – İslam’ın kalbi, Kahire – ilmin merkeziydi.
Bu üç ana damar birer birer Osmanlı'dan koparıldı. Suudlar İngiliz iş birliğiyle Hicaz’ı aldı, Mısır önce Fransızların sonra İngilizlerin oyuncağı oldu. Bağdat ise İngiliz petrol şirketlerinin karargâhı haline geldi.

Her biri ayrı bir ruh taşıyan bu bölgeler artık sadece ekonomik çıkar alanlarıydı. Kutsallık değil, enerji ve kontrol konuşuluyordu.

Balkanlar ve Yemen: Çatışmanın Eşiği

Balkanlar önce ayrıştırıldı, sonra kışkırtıldı, ardından birbirine düşman hale getirildi. Müslüman, Hristiyan, Slav, Türk, Arnavut... hepsi aynı topraklarda yüzyıllarca barışla yaşarken, Batı'nın etnik mühendisliği sayesinde artık birer düşmandı.

Yemen, önce İngilizlerin, sonra Fransızların parçaladığı bir diyardı. Kuzey-Güney ayrımı, kabilelerin birbirine düşürülmesiyle başladı. Bugün hâlâ bitmeyen krizlerin tohumları o zaman atıldı.

Afrika: Harita Çizerken Kimlik Silindi

Afrika'nın ortasına cetvel çeker gibi sınır çeken Batı, kabileleri böldü, düşmanları aynı sınıra hapsetti. Kardeşi kardeşe, kabileyi kabileye kırdırarak, halkları kendi içlerinde boğdu.
Bugün birçok Afrikalı çocuk, dedesinin yaşadığı dili bile bilmeden Fransızca, İngilizce ya da Portekizce konuşuyor.
Çünkü dil, din, soy, kültür... hepsi bastırıldı. Yerine kolonyal sistemin kültürü pompalandı.

Sınırlar Yerleştirildi, Ruhlar Söküldü

Bu yeni çizilen sınırlar, sadece haritaları değil, zihinleri de parçaladı. Aynı şehirde yaşayan iki topluluk bir gecede birbirine “yabancı” oldu.
Yeni kurulan devletler, aslında halkların rızasıyla değil, Batı'nın sömürü planlarına göre şekillendi.
Kimin petrolü, kimin limanı, kimin altını varsa, orası Batı için “öncelikli bölge” oldu.

Bu da doğal olarak şu soruyu doğurdu:

Ben nereye aidim? Kimim ben?
Haritaya göre mi? Pasaporta göre mi? Soyuma, dilime göre mi?

Toplum İçindeki Ayrışma: Sadece Fiziksel Değil

Batı sadece sınır çizmedi, insanların içlerine de ayrım çizdi. Mezhepler, etnik gruplar, yerli ve ithal elitler...
Birbirine düşman hale getirildi.
Bir Kürt, Arap’a; bir Şii, Sünni’ye; bir yerli halk, Batı eğitimi almış seçkin sınıfa düşman edildi.

Bu düşmanlıklar, sadece sokakta değil, eğitimde, medyada, aile yapısında, hatta ibadette bile kendini gösterdi.
Halk birbirine bakarken kendini unuttu.
Kimliğin yerini ideolojik etiketler, kültürel aşağılık kompleksleri aldı.


Netice: İsmi Var, Aidiyeti Yok Bir İnsan Profili

Doğu halkları bugün hâlâ kendi adını biliyor ama kim olduğunu bilmiyor.
Bir nüfus cüzdanı var, ama bu kartta yazan millet ya da din, ona hiçbir zaman gerçek bir aidiyet hissi vermedi.
Çünkü o aidiyet, tarihsel bağla yaşanır; ithal sistemle değil.

Doğu, Batı’nın cetveliyle biçimlendi ama bu ölçü onun kalıbına hiç uymadı.
Uymadığı gibi, her geçen gün biraz daha kendi içinden yabancılaştı.

İçimizdeki Yersizlik: Bireyin Kimlik Krizi

Batı haritaları çizdi, sınırlar yerleştirdi, halkları böldü. Ama asıl yıkımı ne haritada yaptı, ne diplomaside. Asıl darbeyi, bireyin kalbine indirdi.
Çünkü kimlik dediğin şey önce ruhta başlar, pasaportta değil. Ve biz, içimizden sökülüp atıldık.

Adı Olan, Yolu Olmayan İnsanlar

Bugün Doğu’da milyonlarca insan, kendi dilini konuşuyor ama kendi dilinde düşünemiyor.
Kendi dinine mensup ama o dine dair derin bir bağ hissetmiyor.
Kendi bayrağının altında yaşıyor ama o bayrak ona ait hissettirmiyor.

Kendi benliğinden şüphe eden bir birey tipi doğdu.

Bu birey, Batı gibi yaşamak istiyor ama Batı gibi olamıyor.
Doğulu kalmak istiyor ama o Doğulu kimliğin artık tanımı yok.

Modernlik Süsünde Kaybolmuş Ruhlar

Cep telefonları, sosyal medya, AVM’ler, kahve zincirleri, İngilizce marka isimleriyle sarmalanmış hayatlar…
Ama içeride bomboş bir benlik var.
Genç bir Arap kadını, Paris’teki influencer gibi görünmeye çalışıyor.
Genç bir Türk erkeği, Hollywood starı gibi davranmak istiyor.
Ama ne o influencer ona benziyor, ne o star onun acılarını biliyor.

Yani herkes birilerine benzemeye çalışıyor ama kimse kendisi olamıyor.

İnancın Yerine Geçen Arayış: Yoga mı, Kozmik Enerji mi, Cinsel Kimlik mi?

İnanç boşluğu doğduğunda insanlar ya başka bir dine ya da dine benzeyen sistemlere sarılır.
Bugün gençler arasında yaygın olan şeyler: enerji meditasyonu, kristal taşlar, spritüalizm, astroloji, LGBT bireyselliği, kültürel anarşizm…

Çünkü klasik dinî yapılar o kadar yozlaştı ki genç kuşaklar oralarda kendini bulamıyor.
Ama yerine koydukları şeyler de ne bir yön veriyor, ne bir aidiyet hissi sağlıyor.

Ait Ol(a)mayan Kuşaklar

Aidiyet sadece bir bayrağa, toprağa, dine değil; bir hikâyeye bağlı olmaktır.
Bizim hikâyemiz elimizden alındı.
Artık çocuklarımıza anlatacak ne kahramanımız kaldı, ne ilham verici bir geçmişimiz.
Tarih kitaplarında sadece savaşlar, darbeler, ekonomik krizler var.

Halbuki bir genç şunu duymalıydı:

“Sen, büyük bir hikâyenin mirasçısısın. Senin deden alimdi, senin ninen bilgeydi. Senin toprağın kutsaldı, senin dilin şifaydı.”

Ama bunların yerine verdik:

“O okuldan mezun ol, o şirkette çalış, o uygulamaya gir, o filtreyi kullan, o ülkeye git…”

Ve işte bugün:
Bir yere varmak isteyen ama nereye gideceğini bilmeyen milyonlarca birey.

Peki Çıkış Nerede?

İşte en zor soru bu. Çıkış nerede?

Çıkışın cevabı çok basit ama acı:

Kendine dönmeden hiçbir yere gidemezsin.

Ama bu “kendine dönüş” romantik bir nostalji değil.
Osmanlıyı geri getirmek değil. Halifelik fantezisi değil.
Gerçek bir dönüşten bahsediyorum:

  • Kendini anlamak,

  • Geçmişini tanımak,

  • Hatalarıyla yüzleşmek,

  • Kimlik inşasını başkalarına bırakmamak.

Kimlik Geri Alınmaz, İnşa Edilir

Bu yazının ilk bölümü “kimlik kaybı”ydı.
İkinci bölümü “nasıl kaybettik”ti.
Şimdi üçüncü ve son bölümde şunu diyoruz:

Kimlik geri istenmez. Kimlik, yeniden inşa edilir.

Bu bir halkın, bir bireyin, bir kuşağın kararıyla olur.
Ve bu karar, önce içten, sonra toplumsal düzeyde başlar.


Son Cümle: Aynaya Bakmayanlar, Yüzünü Unutur

Doğu aynaya bakmıyor. Kendine değil, hep başkasına bakıyor.
İşte bu yüzden yüzünü unuttu.

Şimdi aynayı yeniden elimize alma zamanı.
Kendimize değil, başkasına benzediğimiz sürece bu topraklar sadece haritada var olacak, kalpte değil.


Wise Man...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız?

İyilik Gibi Görünüp İtaat Satıyorlar

Telkari Sanatı: Bir Telin İçindeki Medeniyet