Ben Halkçıyım – Ne Sağcıyım, Ne Solcu


Ben Halkçıyım – Ne Sağcıyım, Ne Solcu

Ben ne milliyetçiyim, ne komünistim, ne faşistim.

Ben halkçıyım kardeşim.
Ne bir partiye taparım, ne bir lidere.
Ben fikre bakarım, duruşa, ahlâka, emeğe bakarım.

Devletle yasalar çerçevesinde yaşarım.
Ne devlet düşmanıyım, ne de devlet yalakası.
Devlet, hizmet ettiği sürece makbuldür.
Zulmederse karşısında ilk ben dururum.
Ama “devlet yıkılsın, kaos gelsin” diyen zibidilerle de işim olmaz.

Ben bu topraklarda doğdum.
Babam 1931 doğumluydu. Karayollarında çalıştı,
7 çocuk büyüttü, ölene kadar maaş aldı.
Kimse “Kürtsün, çalışamazsın” demedi.
Demek ki mesele etnik kimlik değil, dürüstlük ve çalışkanlıkmış.

Aziz Sancar Kürt’tü, Nobel aldı.
Özal Kürt’tü, Cumhurbaşkanı oldu.
İş adamları, hakimler, öğretmenler, mühendisler...
Hepsi Kürt’tü, devlet “senin diploman geçersiz” demedi.

O zaman bu ülke imkân vermedi diyene şunu sorarım:
Sen ne yaptın?
Okudun mu? Çalıştın mı? Ürettin mi?

Ben tembelin, cahilin, hazıra konanın karşısındayım.
Sloganla değil alın teriyle yürüyene saygım var.

Benim düşmanım Türk değil, Arap değil, Ermeni değil.
Benim düşmanım emeğe saygısı olmayan, yaşadığı toprağa ihanet eden herkes.

Solcu geçinip polise faşist diyen sahtekarla da işim yok.
O polis sabaha kadar nöbet tutuyor, çocuğunu okutuyor.
Senin güvenliğini sağlıyor.
Elinde molotofla gezen mi devrimci?
Yoksa sırtında çimento taşıyıp okul yapan mı?

Ben halktan yanayım.
Ama halkı kullanana, halkı kandırana, halkı tembelliğe teşvik edene düşmanım.

Bu ülke kolay kurulmadı.
Kahramanlık dağda değil, sabırla, alın teriyle, fedakârlıkla olur.
Ben kürekle okul yapanlardanım.
Ben halkçıyım.
Ne sağcıyım, ne solcu.
Adam gibi adamım.


Ben Halkçıyım – 2. Bölüm: Gençleri Ölüme Gönderen Sahtekârlarla Hesabım Var


Ben halkçıyım.
Ama halkın gözünü boyayıp beynini yıkayanların,
Kendi çocuğunu şehirde okutup, başkasının oğlunu dağa gönderenlerin,
Kendini “devrimci” sanıp aslında kan tüccarlığı yapanların tam karşısındayım.

Ben bu oyunu 1992’de gördüm.

Biz köyde okul tamir ediyoruz.
Yıkılmış sağlık ocağını onarıyoruz.
Elimizde silah yok, kürek var.
Üretmeye geldik, umut olmaya geldik.

Bir adam geldi yanımıza.
"Bu işler halkı kurtarmaz" dedi.
"Dağa çıkmanız lazım" dedi.
“Silahla özgürlük olur” dedi.

Ona döndüm:

“Senin oğlun nerede?”

Dedi ki:

“Evde.”

O an küreği sıktım. Kafasına indirecektim.
“Getir oğlunu da çıkalım dağa o zaman” dedim.
Ama oğlunu göndermeyen adam, başkasının evladını dağda kurşuna dizdirecek cesareti bulmuştu kendinde.

İşte bu namertliktir.

Bu sahtekârlar kimdir biliyor musun?

  • Kendisi semtte kafe açar, devrimcilik sloganıyla müşteri çeker.

  • Oğlu kolej okur, başkasının oğlu Gabar’da ölür.

  • Kızını Avrupa’ya yollar, başkasının kızı örgüt evinde “devrim aşkıyla” kullanılır.

  • Kendisi ticaret yapar, ölü çocukların üstünden dava satar.

Ve hâlâ “halk için mücadele ediyoruz” derler.
Yalanın ve kanın üzerine kurulmuş bir masal anlatırlar.

Gençlere umut değil, ölüm satıyorlar.

Yoksul çocukların beynine ideoloji enjekte ediyorlar.
“Sen ezilensin, sen hakkını silahla alacaksın” diye kandırıyorlar.
Ama hiçbiri kendi çocuğuna bu zehri içirmiyor.
Çünkü bilirler: Bu işin sonunda ya mezar, ya zindan var.

Ama o yoksul çocuklar bunları bilmiyor.
Zannediyorlar ki devrim olacak, özgürlük gelecek, eşitlik gelecek...

Yok abi.
Gelen tek şey: tabut.

Ben bu düzene düşmanım.

Ben halkı kandıran, gençleri yakan,
Annelere gözyaşı, babalara yıkım bırakan o maskeli karanlığa karşıyım.

Sen sokak köşelerinde “faşist devlet” diye bağırırken,
Ben çamurun içinde okul yapanlardanım.
Sen “devrim” diye çocuğun eline silah verirken,
Ben kitap veririm, kalem veririm, gelecek veririm.

Bu halk ahmaktır diyenlere cevabım:

Halk cahil olabilir ama namusludur.
Bu halk yoksul olabilir ama evladını sever.
Bu halk kandırılmış olabilir ama ihaneti affetmez.

Ve bir gün gelir,
Sizi de, devrim palavralarınızı da, halkçılığı satmak için kurduğunuz tiyatronuzu da bir çuvalın içine koyup tarihin çöplüğüne atar.

Ben halkçıyım.
Ama halkın sırtına basıp ideoloji satanlardan değilim.
Ben dağa çocuk yollayan değil,
Çocuğu üniversiteye uğurlayan bir halk neferiyim.

Ve o gün geldiğinde,
Yıkılacak ilk düzen kanla kurulmuş sahte devrim düzeni olacak.


Ben Halkçıyım – 3. Bölüm: Sahte Kahramanlar ve Tembel Nesillerin Zehirli Anaları


Bana “devrimci kahraman” diye Mahsum Korkmaz’ı gösteren sisteme,
“Özgürlük savaşçısı” diye dağda ölen çocuğun resmini bayrak gibi taşıyan ajanslara,
Sokakta üniversite okumayı değil, devlet taşlamayı “onur” zanneden hayvan ruhlu zihniyete lanet olsun.

Her şey yalanla başladı abi.

  • Birileri çıktı, “devlet düşman, halk mağdur” dedi.

  • Sonra başka birileri geldi, “örgüt kahraman, asker faşist” dedi.

  • Ardından ekranlara, dergilere, kitaplara “efsane” figürler yerleştirildi.

Ama figür ne?

  • Eğitim almamış,

  • Hayatın bir yükünü taşımamış,

  • Sadece silah taşıdığı için “özgürlük savaşçısı” diye parlatılmış gençler.

Yani sistemin kaybettirdiği adamlar değil,
kendi kendini çürüten, sonra da halkı da batıran maskotlar.

Tembelliği kahramanlık diye sattılar.

Bu sahte ideologlar öyle bir nesil yarattı ki:

  • Sabah erken kalkmaz,

  • Bir işte çalışmaz,

  • Elini toprağa sürmez,

  • Ama oturup sana “kapitalizm neden kötüdür” diye 8 saat nutuk atar.

Eline kazma vermek istersin,
“Ben devrimciyim, inşaatçı değilim” der.
Eline kalem vermek istersin,
“Ben halkın içindeyim, okula gerek yok” der.

Eline molotof verirsen koşar,
Eline çay verirsen “bana hizmet mi ediyorsun?” diye bağırır.

Bu kafalarla ülke mi kalkınır abi?
Ülke bile değil, köy bile kalkmaz.

Kendi çocuklarına diploma, başkasının çocuğuna ölüm.

Sahte liderler çocuklarını yurtdışına yollar, özel okullarda okutur.
Sonra döner, yoksul çocuğuna silah verir.
"Bu senin görevin!" der.
Yani biri yaşar, biri ölür.
Ama kimin çocuğu ölüyor, belli: Garibanın.

Bunun adı devrim değil; vicdansızlıktır.

Sahte kahramanlar ne yaptı bu halka?

  • Halkı kitapla değil, kurşunla tanıştırdılar.

  • Umudu bilgiyle değil, nefretle ördüler.

  • Üretmeyi öğretemediler, çünkü kendileri de hiçbir şey üretmediler.

Yalancı kahramanların tek başarısı şuydu:
Kendi çürümüşlüklerini halka bulaştırmak.

Hayvan ruhlular kim biliyor musun abi?

Hayvandan kasıt hayvan değil, insan suretindeki vicdansızlık.

  • Anneyse, çocuğunu şehit olmaya teşvik eder, sonra maaş bekler.

  • Babaysa, oğlunu dağa yollayıp sonra başka çocuklar için ağıt yakar.

  • Ablaysa, kız kardeşini “örgüt evi”ne yollar, sonra “onurlu görev yaptı” der.

Ama hepsi biliyor:
O çocuk asla özgür olmadı.
O çocuk kullanıldı, parçalandı ve unutuldu.

Hayvan dediğin merhametlidir,
Bunlar değil merhamet, utanmayı bile kaybetmiş mahlûklar.

Son sözüm şu abi:

Ben halkçıyım.
Ama halkı zehirleyenlere, tembelliği ideoloji diye pazarlayanlara,
“Devlet karşıtıysan her şey caiz” kafasına lanet okuyorum.

Benim kahramanım:

  • Sabah 5’te uyanıp fırında ekmek pişirendir.

  • Dağda değil okulda öğretmendir.

  • Kurşun değil bilgi taşıyandır.

  • Kendi çocuğunu okutup başkasının çocuğunu da okutmak isteyendir.

Sahte kahramanlar, sahte davalar ve hayvan ruhlu sistemlerin devri bitecek.

O zaman gerçek halkçılar, gerçek insanlar öne çıkacak.

Wise Man...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız?

Doğal Taşlar Nedir, Ne İşe Yarıyorlar?

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Bölüm II