2150’de İstanbul Nasıl Olacak?
Soruyu Kendine Değil, Yapay Zekâya Sormak
(ve neden bu tam bir trajikomedi örneğidir)
Neden geleceğini yapay olan bir zekâya sorma gereği duyuyorsun da, kendi zekânı kullanma zahmetinde bulunmuyorsun?
Bu sorunun cevabı basit aslında: çünkü düşünmek, sorumluluk almak zor.
Çünkü bir makineye sorunca "uçan arabalar, hologram imamlar, robot simitçiler" gibi saçma ama şekerli cevaplar geliyor. Oysa kendine sorsan şunu fark edeceksin: Bu gidişle hologram falan kalmaz, din de inanç da belki tarihe karışır. Hatta belki deniz bile kalmaz ama vicdan?
Vicdan, işte o çoktan buharlaştı bile.
Merhamet ise bir arkeolojik kalıntı artık; bir mağara duvarında çizilmiş “yardımlaşma sahnesi” gibi.
Sahi, 2150'yi merak eden güzel insanlar…
Bugün ne yapabilirim?
Bu şehrin, bu toplumun geleceğine nasıl katkı sunabilirim?
Benim İstanbul’um nasıl kurtulur?
diye sormayı denediniz mi hiç?
Ama yok, kolay olanı seçip “Yapay zekâya sorduk: 2150’de İstanbul nasıl olacak?” başlığını attınız.
Yapay zekâ da sağ olsun, hemen cevapladı:
> “İstanbul’da gökdelenler gökyüzünü deliyor.
Boğaz’da yüzen güneş enerjili saraylar.
Taksim’de robot polisler asayişi sağlıyor.
Hologram imam ezan okuyor, ama cemaati metaverse’te.
Simit satıcısı yapay zekâ, martılar hâlâ gerçek ama simit bulamıyorlar...”
Eğleniyor muyuz? Elbette. Ama şu gerçeği unutmayalım:
Yapay zekânın verdiği cevaplar bizim bugünkü verilerimizin yansıması.
Ve bugünün verileri çok da umut verici değil.
Hâlâ sokakta hayvana tekme atan adamla, arabasını kaldırıma park eden kadını görüyorsak…
İstanbul’un 2150’de uçmadığını, yere çakıldığını söylemek daha mantıklı.
Eğlenceye bağlayalım biraz da…
Madem Onedio kafasında geleceğe bakıyoruz, haydi biz de birkaç “Yapay zekâ İstanbul 2150” tahmini verelim:
Boğaz’dan geçmek 2 bin 500 TL. (Ama köprü hâlâ tek şerit.)
Taksim'de yürüyenler dijital avatar, gerçek insanlar bodrum katlarda yaşayıp veri madenciliği yapıyor.
Vapurlar yerine QR kodla çağrılan su drone’ları. Martılar hâlâ peşinizde ama artık veri topluyorlar.
Cuma hutbesi Google Translate ile çevriliyor, çünkü imam Finlandiyalı bir android.
İstanbul Kart, emekli maaş kartı, sağlık kartı ve DNA izleme kartı tek karta birleşti. Ama hâlâ bozuk çalışıyor.
Ve tabii... Kadıköy'de biri hâlâ "Metrobüs neden gelmiyor?" diye bekliyor.
Yapay zekâya 2150’yi sormak komik değil aslında; trajikomik.
Çünkü bu soruyu sormak, geleceği başkalarına emanet etmek demek.
Biraz zeka, biraz cesaret, biraz da merhametle bu şehir 2150'ye kalabilir.
Ama sadece yapay zekâya sorarsak, elimizde kalan tek şey bir “veri mezarlığı” olur.
2150’de Hâlâ “Onlar” mı Olacak?
Gerçekten merak ediyorum...
2150 yılında hâlâ Mehmet Okuyan gibi her ayeti kendi egosuna göre büküp ekranı titreten hocalar,
Cübbeli Ahmet gibi halkın diniyle eğlenen, menkıbeyi mizah diye satan tiyatrocular,
Celal Şengör gibi "bilim adamı" maskesiyle halkı aşağılayan, kendi dogmalarını bilimin yerine koyan gurur köleleri,
ve onlara söz hakkı verince linç edilen sunucular olacak mı?
Yani Teke Tek 2150 hâlâ yayında mı olacak?
Yapay zekâlı Fatih Altaylı hologramıyla:
> “Evet sevgili seyirciler, bu gece konuğumuz yine Mehmet OkuyanGPT, CelalŞengör-AI ve CübbeliBot-3.0”
“Kıyamet ne zaman kopacak?”
“Bilim ne diyor, vahiy ne diyor, tarikat ne diyor, algoritma ne diyor?”
“Buyurun kavga başlasın.”
Ve biz yine ekran karşısında:
“Yav bu ülke niye gelişmiyor?”
diye kafamızı kaşıyor muyuz?
Sanatın Rezaleti 2150’de Ne Hâlde?
TikTok’ta filtreyle ağlayıp, arkasına bir keman koyan bir çocuk hâlâ “şair” mi olacak?
Edebiyat fuarlarında imza kuyruğu, yazarın boyuna göre mi sıralanacak?
Sinemada aynı 4 tema: mafya, dram, dini duygular ve rezil erotizm mi dönecek hâlâ?
Oscar ödülleri “daha az beyaz, daha çok politik doğrucu” diye mi dağıtılacak?
Yoksa artık sanat sadece reklam spotları arası boşluk mu olacak?
Politikanın Yüzsüzlüğü Bitmiş Olacak mı?
Hiç sanmıyorum.
2150’de hâlâ şunu duymamız mümkün:
> “Seçime 2 gün kala market fiyatları düştü. Başkanımızdan Allah razı olsun.”
“Trafik sorununu 100 yıl sonra çözeceğiz.”
“Bu kriz dış güçlerin oyunu.”
Yani gelecekte bile hâlâ halkı salak sanan, utanmadan mikrofon önüne çıkan, ama asla sorumluluk almayan bir siyasetçi tipi kalacak gibi.
Ama bu kez robot olacaklar. Cevapları yazılımda kayıtlı:
“Ben o sırada görevde değildim.”
“Soruşturma başlatıldı.”
“Asılsız iddialar.”
Ve halk:
> “Ya bu da iyi en azından eskisi gibi değil. Eskiden daha da beteri vardı…”
Din Bezirgânlığı Devam Edecek mi?
İşte burası en acı yer.
Belki artık türbeler VR gözlükle gezilecek.
Belki "zikir uygulaması" indirilecek ve abone olan cennete garanti verilecek.
Yapay zekâya dua ettirilecek.
Ama hâlâ birileri, Allah’la halk arasında komisyonculuk yapacak.
Ve sistem yine aynı olacak:
> “Sana öbür dünya lazım, bana senin bu dünyandaki maaş.”
“Sen günahkarsın, ben bağışlarım.”
“Sen sorgulama, ben senin yerine düşündüm zaten.”
Bilimin Saçmalıkları Sona Erecek mi?
Yok artık.
2150’de bile hâlâ her şeye “evrim” diyen, soruları küçümseyen, “bilim bunu açıklıyor ama sen anlamazsın” kafası sürecek.
Uzaydan gelen mesaj bile gelse, biri çıkıp:
> “O mesajın da kuantum temelli olduğunu düşünüyoruz, evrende yalnız değiliz ama Tanrı falan hâlâ yok.”
derken,
başkası da:
“O mesaj zaten Kur’an’da vardı. Cinlerden gelen bir haberdi.”
diyecek.
Yani bilim hâlâ bir dogma,
din hâlâ bir tehdit,
siyaset hâlâ bir tiyatro,
sanat hâlâ bir taklit,
ve biz hâlâ umutla “acaba?” diyen zavallı insanlar olarak kalabiliriz.
Netice?
Yapay zekâya 2150’de İstanbul nasıl olacak diye sormak, evinde su akmazken “uçan araba nasıl olur” diye düşünmek gibidir.
Bu soruyu önce kendine sor:
Ben bugün ne yapıyorum ki 2150’ye dair sözüm olsun?
Ve eğer gerçekten merak ediyorsan, 2150’de ne olacağını…
Bugüne bak.
Bugünkülerin ısıtılıp ısıtılıp sana “yenilik” diye kakalandığı bir dünyada yaşıyoruz.
Eğer şimdi değişmezsek, 2150’ye dair hayal kurmak, sadece distopyanın rengini seçmek olur.
Wise Man...
Yorumlar
Yorum Gönder