Telkari Sanatı: Bir Telin İçindeki Medeniyet
Bazı işler vardır ki sadece iş değildir. Elin yaptığına yürek karışır, sabır karışır, tarih karışır. Telkari de öyle bir sanattır işte. İncecik gümüş tellerin ucuna yüklenen koca bir medeniyetin adı… Dışarıdan bakınca sadece takı sanılır, ama içine girdikçe bir kültürün, bir ahlâkın, bir usta-çırak zincirinin derinliğini görürsün. Hadi, o zaman bu işin tam kalbine dalalım.
Telkari Nedir?
Telkari, Arapça kökenli bir kelimedir: “tel” (ince metal tel) ve “kari” (işçilik) kelimelerinden türetilmiştir. Gümüş veya altın tellerin örülerek, kıvrılarak, şekil verilerek oluşturduğu zarif motiflerdir. Genellikle takı, süs eşyası, tespih başı, kemer tokası gibi objelerde karşımıza çıkar.
Ama telkariyi sadece bir takı zannetmek, divanı aşkı alışveriş listesine benzetmek gibidir. Çünkü telkari, sabırla işlenmiş bir şiirdir. Her tel, her kıvrım, ustanın ruhundan gelen bir mesaj taşır.
Telkari'nin Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durumu
Telkari sanatı, Mezopotamya’dan çıkmış, Hititler, Asurlular, Urartular döneminde olgunlaşmış ve Bizans'tan Selçuklu'ya, oradan Osmanlı’ya geçerek bugünkü halini almıştır. Yani sadece birkaç asır değil, 5 bin yıllık bir geçmişe sahiptir.
Günümüzde ise en çok bilinen ve üretim merkezi olan yer Midyat’tır. Telkari denince akla Mardin gelir. Sokaklarında yürürken bile duvarlarda, tabelalarda, hatta cam kenarlarında bile bu ince işçiliğin izlerine rastlarsın.
Ama acı gerçek şu: bu sanat ölüyor. Giderek daha az insan öğreniyor, daha az genç sabretmek istiyor. Gümüş telin yerini plastik süs, sabrın yerini seri üretim, ustalığın yerini algoritmalar almaya çalışıyor. Halbuki telkari, hâlâ kıymetli ve hâlâ dünyanın dört bir yanında talep gören nadide bir zanaat.
Efsaneler ve Gerçekler: Telkari Süryanilerin mi?
Evet, Midyat’taki ustaların çoğu Süryani’dir. Bu bir gerçek. Ve gerçekten de bu işi çok zarif, çok usta biçimde yaparlar. Ama işin sadece bir cemaatle özdeşleştirilmesi büyük bir tarihsel indirgemedir.
Telkari’nin kökleri Süryanilerden çok daha eskiye gider. Mezopotamya’daki ilk örnekler, Asur, Babil, Hitit gibi çoktan silinmiş medeniyetlere aittir. Selçuklu döneminde Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde yapılmıştır. Osmanlı döneminde ise hem Ermeni, hem Yahudi, hem Türk ustalar bu işi icra etmiştir. Ahilik teşkilatlarında bile telkari işçiliğiyle uğraşan esnafa rastlanır.
Yani bu sanat bir millete değil, bu toprakların ortak vicdanına aittir. Telkari, Süryaninin zarafetini de, Türkmenin sabrını da, Osmanlının estetiğini de içinde taşır.
Telkari, Çekirdekten Yetişir Ama Her Yaşta Öğrenilebilir
Evet, ideal olan ustanın dizinin dibine çöküp çocuk yaştan işin içine girmektir. Çünkü bu sanat, sadece el değil, zihin ve karakter terbiyesi de ister. Ama bu, 30 yaşında, 50 yaşında öğrenilemez anlamına gelmez.
Bu iş, elleri sağlam, aklı yerinde, sabrı olan herkes içindir. Kadın-erkek fark etmez. Kimse geç kaldım demesin. Çünkü telkari zamana karşı değil, zamana paralel bir iştir. Bugün karar ver, yarın ilk telini bükersin. Birkaç yıl sonra belki de bir medeniyetin parçası olur adın.
Sanat Sadece Para Kazanmak Değil, Kültür ve Gelişimdir
Evet, telkariyle geçimini sağlayan çok usta var. Gümüş yükselince biraz nefes alıyorlar. Ama mesele bu değil. Çünkü bu işin ruhunda sadece “satış” yok, aynı zamanda kültürel direniş var.
Telkari yapan biri, sadece gümüş işlemiyor; aynı zamanda geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlıyor. Elindeki her tel, aslında kültürün damarları gibi. Ve sen onu işlerken kendini de geliştiriyorsun. Dikkatin artıyor, sabrın büyüyor, estetik duygun inceliyor. Hangi iş bunu sağlar ki?
Emek ve Anlam Taşıyan Bu Gibi Sanatları Yaşamalı ve Yaşatmalıyız
Telkari gibi işler, sadece yaşayan değil yaşatılması gereken işlerdir. Bugün AVM'de satılan Çin üretimi takıların yanında el emeği telkari görmek, bir doğa yürüyüşünde göğe bakmak gibi ferahlatıcıdır.
Ama bu işin nesilden nesile aktarılması için iki şeye ihtiyaç var:
-
İlgi: Gençlerin bu işe yönelmesi lazım. Eğitimlerle, tanıtımlarla, hikâyelerle.
-
İtibar: Ustanın sadece “gümüşçü” değil, bir sanatkâr olduğunun hatırlatılması gerek.
Eğer bu değerleri yaşatmazsak, birkaç kuşak sonra telkari sadece müzelerde kalır. O zaman da biz sadece “bir zamanlar Midyat’ta böyle bir sanat vardı” demekle yetiniriz. Yazık olur.
Telkari, Bir İş Değil Bir Miras
Bir sanat düşün ki; hem gözünü doyursun, hem cebini, hem de ruhunu. Telkari tam olarak budur. Ekmeği verir, ama aynı zamanda sana kim olduğunu da hatırlatır. Çünkü o telin içinde sadece gümüş değil, bir medeniyetin sabrı, estetiği ve ahlâkı vardır.
Bugün belki bir bilezikle başlar, ama yarın senin elinden çıkan bir telkari, bu toprakların sesini başka diyarlara taşır. İşte o zaman sanat ölümsüz olur.
Teknoloji Çağında Telkari: Bolluk Geldi, Ruh Gitti
Zaman değişti, çağ değişti. Lazer makineleri, kalıp döküm sistemleri, robotik üretimler hayatımızın her yerine girdi. Telkari gibi zanaatlerde de aynı durum yaşanıyor. Evet, teknoloji zamandan tasarruf sağlıyor; maliyeti düşürüyor, pazara bolluk getiriyor. Bugün bir takı seti almak için bir ay beklemeye gerek yok. Hatta istersen 5 dakikada internetten sipariş verip ertesi gün kapına getirtebiliyorsun.
Ama işte tam burada büyük bir kayıp başlıyor.
Çünkü bu kadar kolay ulaşılır hale gelmiş, bu kadar çabuk üretilmiş bir şeyin ruhunu hissetmek artık imkânsız hale geliyor. İçinde ne emek var, ne hikâye, ne de bir insanın sabrıyla harmanladığı bir anlam… Sadece şekil var. Süs var. Görünüş var. Ama derinlik yok.
Bir Telkari Bileziğin Ardındaki Günler, Belki Aylar...
Bir kolye, bir küpe, bir broş ya da bir bileklik düşün. Her biri tek tek işlenerek yapılır. Her tel kıvrılır, yerleştirilir, lehimlenir, temizlenir. Tek bir parça 3-5 gün, bir set belki bir ay sürer. Ustanın her sabah kahvesini içip aynı telin başına dönmesi gerekir. Aynı motifin üzerinde defalarca gidip gelmesi gerekir.
Ama şimdi?
Bir lazer makinesi aynı deseni bir saatte çıkarabiliyor. Seri üretim hatları, sabırla işlenen o motifleri bir dosyadan çıkarıyor. Ve her şey çok kolay, çok hızlı, çok "kullan-at" bir hale geliyor.
Tüketim Kültürü: Bolluk, Bereket Değil Anlamsızlık Getirdi
Bu hızlı üretim, doğal olarak hızlı tüketim getiriyor. Vitrinlerde, tezgâhlarda birbiriyle yarışan takılar, sadece çeşitliliği değil aynı zamanda anlamsızlığı da beraberinde getiriyor. Bugün bir gümüş küpe alırsın, yarın başka bir renklisini istersin. Neden? Çünkü artık hiçbirinin bir hikâyesi yok. Değerini ustasından değil, etiketinden alıyor.
İşte burada el işçiliği tamamen geriye düşüyor. Artık "bu kimin elinden çıktı?" sorusunu kimse sormuyor. Çünkü ürün bir makinenin ağzından fırlamış bir nesneye dönüştü. Telkari’nin o 5000 yıllık tarihsel derinliği, duvar süsü gibi duruyor ama içine işlenmemiş.
Ustalık Sıradanlaştı, Ruh Kayboldu
Eskiden bu meslek "ustalık" demekti. Her usta, hem zanaatkâr hem sanatkâr olurdu. Bugünse birçok genç, bu işi "geçici bir uğraş" ya da "ek iş" olarak görüyor. Çünkü fabrikasyon takı üretimi, bu işi sadece bir "para kazanma aracı" olarak gösteriyor.
El emeğiyle yoğrulan bu mesleği ruhsuzlaştıran, anlamsızlaştıran, hatta değersizleştiren şey tam olarak bu.
Ve maalesef bu kırılma noktası, yeni neslin ustasız kalmasına, mesleğin niteliksizleşmesine yol açıyor.
Tarihi Olan Meslek, Plastikleşmemeli
Bak abi, bu telkari işi öyle herhangi bir iş değil. Bu işin arkasında 5 bin yıl var. Sümerlerden Hititlere, Urartulardan Osmanlı’ya uzanan bir medeniyet yolculuğu var. Bu sadece bir "küpeli teyze takısı" değil. Bu, bir kültürün parmak ucunda şekil almış hâli.
Bu sanatın değeri, sadece üründe değil, üretim sürecindedir. Yani sanatın kendisi o telin bükülmesinde, o motifi yaparken alınan nefeste, o kıvrımı düzeltirken çıkan terde gizlidir. Bunları makineler veremez. Sadece şekli verir ama ruhu asla.
Seri Üretime Karşı Değilim Ama…
Yanlış anlaşılmasın abi; teknolojiye düşmanlık değil bu. Elbette seri üretim bazı işlerde hayatı kolaylaştırır. Hatta bazı alanlarda bu vazgeçilmezdir. Ama telkari gibi binlerce yıllık kültür taşıyıcısı olan sanatlarda, teknoloji sadece destekçi olmalı, ana aktör olmamalı.
Çünkü bu sanat sadece şekil değil, aynı zamanda bir duygu aktarımıdır. İnsanla insan arasındaki bağı, tarihle bugün arasındaki bağı, anlamla madde arasındaki bağı kurar.
Sahip Çıkmazsak, Kaybederiz
Bu meslek unutulursa, sadece bir takı sanatını değil; bir kültürü, bir sabrı, bir ahlâkı da kaybetmiş olacağız. O yüzden telkariye sahip çıkmak, sadece geçmişe değil, kendimize sahip çıkmaktır.
Unutma abi:
Bir tel, sadece gümüş değildir. Bir tel, bir tarih, bir usta, bir dua, bir medeniyet demektir.
Akıllı Adam

Yorumlar
Yorum Gönder