İngilizce Zorunluluğu – Küresel Dilin Sorgulanmayan Hakimiyeti

 

 

Neden İngilizce?.

Bu sabah bir haber sitesini açtım, alışkanlık işte… Neler olmuş, kim kime ne demiş, kim hangi sektörde “yine kazıklanmış” gibi gündelik meraklarıma bakıyordum. Gözüme ilk çarpan şeylerden biri: “Bugün e-YÖKDİL sınavı yapılacak.” Tabii ki İngilizce.

Bir an durdum. Her ülkede, her coğrafyada neden hep bu dilin sınavı oluyor? Sadece Türkiye’de değil; Japonya’dan Arjantin’e, Senegal’den Hindistan’a kadar herkes İngilizce öğrenmeye çalışıyor. Almanca, Fransızca gibi diller de var ama İngilizce açık ara “küresel dil”. Bu öyle bir seviye ki, İngilizce bilmemek adeta eksiklik gibi algılanıyor.

Peki sordum kendime:

“Yurt dışında, mesela İngiltere veya Amerika'da Türkçe veya Arapça sınavı da var mı?”

Ve bu soruyla birlikte ip söküğü gibi geldi. Çünkü bu sorunun cevabı sadece bir sınav meselesi değil; bu bir dünya düzeni, bir zihinsel kolonizasyon meselesi.

İngiltere ve ABD’de Türkçe ya da Arapça sınavı var mı?

Evet, var. Ama kim için? Genellikle göçmen çocukları, diaspora toplulukları ya da dil meraklıları için. Zorunlu değil, seçmeli. Türkiye’de bir çocuk nasıl İngilizce sınavına mecbursa, bir İngiliz çocuğun Türkçe sınavına girmesi tamamen “hobi” olabilir.

ABD’de CIA veya orduda Arapça gibi diller değerlidir ama yine sistemin çıkarına göre. Yani bir Hintli ya da Türk, iş bulmak için İngilizce öğrenmek zorunda ama bir Amerikalı Arapça öğrenmese hiçbir şeyi kaybetmez.

İşte mesele de burada başlıyor: İngilizce öğrenmek bir ihtiyaç, diğer diller bir tercih. Peki neden?

İngilizce'nin bu konuma gelmesi adil mi?

Yazar ve tarihçi Ngũgĩ wa Thiong'o, İngilizce'nin Afrika'daki etkisini şöyle anlatır:

“Dil, zihnin kolonileşmesidir. Bir milleti yok etmek istiyorsan onun hikâyelerini anlatma yetisini elinden al.”

Amerikalı dil filozofu Noam Chomsky ise şunu söyler:

“Dil, sadece iletişim aracı değildir; düşünme biçiminin de taşıyıcısıdır. Diline hükmeden, düşüncene hükmeder.”

Dünyada İngilizce bir “dil” olmaktan çıkmış, bir tür güç göstergesine dönüşmüştür. Her TOEFL puanı aslında “kimin daha Batılı” olduğunu ölçen bir psikolojik ölçüttür. İngiltere ve ABD’de Türkçe ya da Arapça sınavları var ama bu, küresel eşitsizliği tersine çevirecek düzeyde değil. Çünkü mesele dil değil, dil üzerinden kurulan tahakküm.

***

İngilizce'nin Tarihi Değeri Var mı? – Dilin Değil, Gücün Galibiyeti

İngilizce bugün neredeyse tüm dünya tarafından öğrenilmek zorunda hissedilen bir dil. Sınavlarda, iş başvurularında, havalimanında, diplomasi masasında, üniversite kürsüsünde… Her yerde İngilizce var. Peki bu dilin bu kadar baskın olmasının ardında tarihsel ya da kültürel bir haklılık var mı?

Soru net:

Eğer tarihî değer önemliyse, neden Sümerce, Sanskritçe, Kürtçe, Farsça, Çince ya da İbranice dünya dili olmadı da İngilizce oldu?

İngilizce'nin tarihsel değeri nedir?

İngilizce’nin bugünkü hali en fazla 500 yıllık. Shakespeare ile birlikte “Modern İngilizce” dönemi başlıyor. Yani oldukça genç.
İngilizce, Anglo-Sakson dillerinin, Norman Fransızcasının ve Latin etkisinin melez bir ürünü. Köklü değil; yamalı bohça gibi.
Yazılı literatürü, mesela Arapça, Farsça veya Sanskritçe ile kıyaslandığında çok sığ kalır.

Oysa:

Sümerce, M.Ö. 3000’de çivi yazısıyla taşlara kazındı.
Sanskritçe, Upanişad’lardan Vedalar’a binlerce yıllık felsefi birikim taşıyor.
Çince, her karakteriyle bir hikâye anlatıyor.
Kürtçe, Farsça ile birlikte Zerdüştî metinlerden günümüze taşan, sözlü gelenekle yaşatılmış bir kadim anlatım dili.

İngilizce'nin tarihî bir ağırlığı yok. Olsa olsa sonradan güçlenen bir dil olabilir. Ki öyle zaten.

Medeniyetin neresindeydiler?

İngilizler ne yazıyı icat etti,
Ne felsefenin öncüsü oldu,
Ne bilimi taşıyan kadim medeniyetlere ev sahipliği yaptı.

Asıl medeniyet merkezleri:

Mezopotamya (Sümer, Babil, Asur)
Çin, Hint Alt Kıtası
Endülüs İslam Dünyası
Güney Amerika (İnka, Maya, Aztek)

İngilizler, endüstriyel ve ticari gücü ele geçirdikten sonra, bu medeniyet miraslarını ya çaldı, ya yok etti, ya da müzeye kaldırdı.

Kültür? Hangi kültür?

“Amerikan kültürü” dediğimiz şeyin temeli nedir?

Kızılderili kültürü mü? Hayır, soykırımla silindi.
Afrika kökenli halkların katkısı mı? Zincirlerle bastırıldı.
Bugünkü Amerikan kültürü dediğimiz şey 300 yıllık göçmen kapitalizmi, Hollywood estetiği, fast-food dini ve hiper tüketim kültürüdür.

Kültür olarak İngiltere ve ABD, kendi ürettikleri değil, sömürerek biriktirdikleri şeylerin üstüne bina edildi.

Eleştiriler ve Alıntılar

Ünlü tarihçi Howard Zinn der ki:
“Amerika’nın medeniyet kurduğu değil, ticaretle dünyayı yeniden dizayn ettiği söylenmelidir. Ama bu bir inşa değil, bir dönüşümdür; daha çok tahribattır.”
Frantz Fanon, “Yeryüzünün Lanetlileri” kitabında şöyle der:
“Batılı sömürgeci, medeniyet götürdüğünü söylerken; aslında yerli halkların kendine duyduğu saygıyı yıktı.”

İngilizce bir dil olarak ne tarihî ne kültürel ne de medeniyet açısından "üstünlük" taşımaz. Onun bugünkü konumu, kazananın dilinin geçerli sayılması gerçeğinden ibarettir.

Eğer İngiltere bu kadar yayılmasaydı, bugün İngilizce değil; belki Urduca, Arapça ya da Çince dünya dili olurdu.

Çünkü mesele dil değil, gücü olanın hangi dili konuştuğu.

***

Zihinlerin Fethi – İngiliz’in Sömürgecilik Sanatı

İngilizlerin tarihte en çok ülke işgal eden millet olduğunu artık herkes biliyor: 170 ülke. Ama asıl mesele işgal ettikleri topraklar değil, zihinler. Çünkü tarih, tankla geleni değil, ikna eden kazandı diye yazar.

Ve işte senin sorduğun o çok kilit sorular:

İngilizlerin bir ahlakı, kültürü yokken, kadim halkları nasıl kandırdılar?

İngiliz’in başarısı tüfekle değil, önce kelimeyle başladı. Onlar:

“Sizi barbarlıktan kurtaracağız” dediler.
“Medeniyet getireceğiz” dediler.
“Tanrı’nın istediği gibi yaşamanız için buradayız” dediler.

Ama bu kelimeler bir duygu sömürüsü kalkanıydı.

Onlarca halk, yoksulluk, savaş, açlık ve hastalıkla boğuşurken gelen “iyi giyimli, ilaçlı, düzgün konuşan” adam karşısında:

Ya utandı,
Ya hayran kaldı,
Ya da mecbur kaldı.

İngilizler mağduriyetin olduğu yere kurtarıcı gibi girdi.

Ama önce “seni hasta ettim” deyip sonra “sana ilaç getirdim” dediler.

Bu ahlaksız tiyatro, dünya tarihinin en ustaca sahnelenmiş sömürge oyunudur.

İngilizler gittikleri yerlerde halklarla nasıl dil olarak anlaştı?

Kolay değil tabii. Ama onlar çok akıllı bir yol izlediler:

Yerel işbirlikçiler yarattılar.

Genç çocukları aldılar, İngilizce öğrettiler.
Sonra onları kendi toplumlarına öğretmen, din adamı, gazeteci olarak gönderdiler.
Bu kişiler “yeni elit sınıf” oldu.

İngilizce bilen kişi; iş buluyor, maaş alıyor, ayrıcalıklı oluyor.

Böylece İngilizce, sadece dil değil, toplumsal sınıf atlama aracı haline geldi.

Misafir değil, ev sahibi gibi yerleştiler. Çünkü konuşulan her İngilizce kelime, o halkın bir parçasının “artık onlardan biri olduğunu” gösteriyordu.

Halklar, dili, dini ve teni farklı bu adamlara nasıl güvendi?

Cevap net:

Güvenmediler; ama başka çareleri kalmadı.

Kimi korktuğu için itaat etti.
Kimi hayatta kalmak için boyun eğdi.
Kimi de “onlarla yürürsem kurtulurum” diye inandı.

Ve en kötüsü:

Kendi değerlerini küçük görmeye başladılar.
“Biz ilkeliz, onlar medeni” sanrısı yayıldı.
Bu, sadece dillerin değil, özsaygının da işgalidir.

Bu yüzden Frantz Fanon’un şu cümlesi kulaklarda çınlamalı:

“Sömürgeciliğin ilk zaferi, bedeni değil, zihni işgal etmesidir.”

Bazı Aydınlardan Çarpıcı Alıntılar

Edward Said (Oryantalizm):
“Batı’nın doğuya dair anlattığı her hikâye, aslında onun üzerinde kurduğu tahakkümün hikâyesidir.”
Ali Shariati (İranlı sosyolog):
“Batı, sizi giydirir ama çıplak bırakır. Eğitim verir ama aidiyetinizi alır.”
Ngũgĩ wa Thiong’o (Kenyalı yazar):
“İngilizceyle yazmak, kendi rüyasını başkasının dilinde anlatmaktır. Bu da rüya değil, kâbustur.”

İngilizler, sadece topraklara değil, dillere, kalplere, hayallere hükmetti. Sömürgecilik artık gemilerle değil, eğitim sistemleriyle, Hollywood filmleriyle, sınavlarla devam ediyor.

İngilizce konuşan, İngiliz gibi düşünür.

İngiliz gibi düşünen, bir gün kendi halkına yabancılaşır.

Final Mesaj

Bu yazı dizisinin üç bölümünde şunu gördük:

    • İngilizce’nin yaygınlığı zorunluluktan geliyor.
    • Bu dilin tarihî veya kültürel bir üstünlüğü yok.
    • İngilizler, ikna, korku ve yozlaştırma ile zihinleri fethetti.

Bugün özgürlük, bazen başka bir dilde susmakla;

Bazen kendi dilinde konuşmakla başlar.


***

Wise Man'den Son Söz: Bir Dilin Üstünlüğü Değil, Bir Halkın Onuru Önemlidir

Bu yazı dizisinin sonunda bir şeyi açıkça belirtmek isterim:

Wise Man olarak ben hiçbir dile, hiçbir dine, hiçbir kültüre veya topluluğa karşı değilim.
Benim savunduğum tek şey, herkesin kendi diline, inancına, kültürüne sahip çıkmasıdır.

Allah, insanları farklı toplumlar ve kavimler olarak yarattı. Dillerin farklılığı bir bölünme değil, bir zenginliktir. Ama ne yazık ki bugünün dünyasında bu zenginlik, bir hiyerarşiye dönüştürülmüş durumda.

Bir İngiliz bir buluş yaptıysa bunu uygulamak için İngilizce düşünmek ya da konuşmak zorunda değilim.

Aydınlar, çevirmenler, eğitmenler bunu kendi diline çevirip anlatabilir. Ama öyle bir sistem kuruldu ki, artık bilgiye ulaşmak değil, bilgiye hangi dilde ulaştığın önemliymiş gibi gösteriliyor.

“Tıp Dili” Örneği – Kimse Anlamıyor Ama Herkes Konuşuyor

Bugün hastaneye gidiyorsun.
Doktor, hastalığını anlatırken Latince ya da İngilizce kökenli tıbbi terimlerle konuşuyor:

  • “Mitral yetmezliği var...”

  • “Beta blokör başlıyoruz...”

  • “Serotonin reseptör antagonistine bakmamız gerek...”

İşin komik tarafı şu:

Doktor bu kelimelerin kökenini bilmiyor. İngilizce cümle kuramaz. Latince desen rüyasında görmemiştir.
Ama kitaptan ezberlemiş, hastaya aynen okuyor.
Hasta desen anlamıyor. Sadece başını sallıyor: "Hı hı, tamam..."

Bu bir iletişim değil, bir kibir gösterisi.

Sosyal Medyada Dili Bozmak – Anlamadan Anlamlı Gibi Konuşanlar

Bugün gençler, bazı akademisyenler ya da "entel" geçinen tipler sosyal medyada, YouTube’da, konferanslarda aynı şekilde konuşuyorlar:

  • “Paradigmatik kırılma yaşadık.”

  • “Postmodern argümanlar ekseninde fenomenolojik bir bağlam inşa ettik.”

Kardeşim sen ne diyorsun? Sen bile anlamıyorsun. Seni sen bile anlamıyorken, başkası seni nasıl anlasın?

Bu bir aydınlanma çabası değil, bir anlaşılmazlık şovu.

Dil Zenginliktir, Egemenlik Değil

Bir dili bilmek marifettir,
Ama kendi dilini aşağı görmek zilletin ta kendisidir.

Dünya İngilizce'yle dönebilir, ama insan kendi kalbiyle düşünür.
Ve kalbin dili samimiyet, anlayış, adalet ve özgürlük ister.

Bu yazı dizisi, İngilizce'nin değil; zorbalığın diline karşı bir hafıza tazelemesidir.
Ve bu satırlar, dilsizleşen insanlara kendi kelimelerini geri kazandırma çağrısıdır.

Wise Man...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Biz Neden Yazarız?

Ben Halkçıyım – Ne Sağcıyım, Ne Solcu

Yazmak Yetmez, Yakmak Gerek – Bölüm II