Kayıtlar

Haziran, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Doğal Taşlar Nedir, Ne İşe Yarıyorlar?

Resim
  Taşlar Nedir, Nereden Çıkmış Bu Merak? İnsanlık, ilk aletini taştan yaptı , ilk tanrı heykelini taşa oydu, ilk mezarını taşla işaretledi. Taş sadece maddi değil; anlam yüklü bir şeydi. Mısır'da firavunlar lapis lazuli taşını tanrısallığın sembolü sayardı. Hindistan'da aytaşı dişiliğin ve sezginin gücüydü. Anadolu’da, Mezopotamya’da akik kötülüğü kovar, yeşim yumuşak kalpliliği beslerdi. Yani bu iş binlerce yıllık. Modern “taş modası” değil. İnsan zaten hep inandı taşın ruhuna, enerjisine, ağırlığına. Taşların Keşfi Nasıl Olmuş? Burası çok ilginç abi. Bilimsel bir yol yok aslında. Genelde şamanlar, büyücüler, bilge kadınlar kullanarak keşfetmiş. Taşlar: Rüyalarla gelmiş, Meditasyonlarda ortaya çıkmış, Vahiy gibi algılanmış, Bazen de bir çocuğun taşı eline alıp aniden iyileşmesiyle başlamış hikâyeler... Yani taşların gücü önce deneyimsel olarak fark edilmiş. Hani bilimden önce gelen "gözlem ve hissetme" ...

Cin Çıkarmak İçin Sevişmek mi Lazım?

Resim
  Karaduvar’ın Cinci Hocası ve Uyanamayan Zihinler Adana Karaduvar. Sıcaktan asfalt yumuşamış, insanlar gölgeye kaçıyor. Ama bir adam var ki gölgeden çıkmıyor, çıkamıyor. Karanlık onun sermayesi çünkü. Adı yok, diploması yok. Herkes ona "Cinci Hoca" diyor. Ve tek işi var: Musallatları kovmak. Ama öyle kovmak değil bu, bildiğin "özel seanslı", "temaslı", "dualı" kovmalar... Hem de çoğu zaman genç kadınlar üzerinden. Bir Kızın İtirafı Günlerden bir gün, biriyle tanıştım. Küçük yaşta travmalar yaşamış, ailesi tarafından “cinli” sanılmış bir kız. Uyuyamıyor, rüyalarla uyanıyor, korkular yaşıyor. Aile önce doktora değil, halk arasındaki “şifacıya” gitmiş. Adana Karaduvar’daki Cinci Hoca’ya... Hoca bakmış kıza, gözünü kısıp “kızda musallat var” demiş. Sonra da esas bombayı patlatmış: “Bu cin şehvetle girmiş. Ancak benimle birlikte olursan çıkar.” Aile şaşkın. Kız perişan. Hoca ise gayet ikna edici. "İçine giren cin senin...

The Price of Exam Success

Resim
  A Star Rises, Thousands Fall Ecrin Ertaş. A little star born from the heart of Mazıdağı. She scored a perfect 500 in Turkey's National Scholarship Exam. A success story shining bright in the display window of the system... But what about the others? While Ecrin made headlines, where did the tens of thousands of children who failed the same exam go? No cameras turned to them. No official doors opened for them. Their teachers and families remained awkwardly silent. And maybe, deep down, they heard something like this: "Look, Ecrin did it. That means you're not enough." "You Failed" – The Stamp This exam is not just a test sheet. For many children, it's a line of fate, a directional sign, a life compass. And that compass sometimes says: "You're not successful." "Your place isn't behind a desk, it's in a workshop." "Don't think, don't create, just work." Families now tell their children: "See? You coul...

Sınav Başarısının Bedeli

Resim
  Bir Ecrin Yükselir, Binlercesi Düşer Ecrin Ertaş. Mazıdağı’nın bağrından çıkmış bir küçük yıldız. Türkiye Bursluluk Sınavı'nda 500 tam puanla birinci olmuş. Koskoca sistemin vitrininde parlayan bir başarı hikâyesi… Peki ya diğerleri? Sahi, Ecrin manşet olurken, aynı sınavda başarısız olan on binlerce çocuk nereye gitti? Kamera oraya çevrilmedi. Makam kapıları onlara açılmadı. Öğretmenleri, aileleri utangaçça sessizleşti. Ve belki de içten içe şu söylendi onlara: “Bak Ecrin yapabildi, demek ki sen yetersizsin.” “Sen Yapamadın” Damgası Bu sınav, sadece bir test kağıdı değil. Birçok çocuk için kader çizgisi, yön levhası, hayat pusulası. Ve o pusula, bazen şöyle diyor: “Sen başarılı değilsin.” “Senin yerin masa başı değil, atölye.” “Sen düşünme, sen üretme, sen sadece çalış.” Aileler bu çocuklara artık şöyle diyor: “Bak birinci olamadın. Boş ver oku oku ne olacak, bir iş bul.” Çocuk bunu duyuyor. İçine atıyor. Ve bir gün başka bir şey oluyor: Ya ço...

2150’de İstanbul Nasıl Olacak?

Resim
Soruyu Kendine Değil, Yapay Zekâya Sormak (ve neden bu tam bir trajikomedi örneğidir) Neden geleceğini yapay olan bir zekâya sorma gereği duyuyorsun da, kendi zekânı kullanma zahmetinde bulunmuyorsun? Bu sorunun cevabı basit aslında: çünkü düşünmek, sorumluluk almak zor. Çünkü bir makineye sorunca "uçan arabalar, hologram imamlar, robot simitçiler" gibi saçma ama şekerli cevaplar geliyor. Oysa kendine sorsan şunu fark edeceksin: Bu gidişle hologram falan kalmaz, din de inanç da belki tarihe karışır. Hatta belki deniz bile kalmaz ama vicdan? Vicdan, işte o çoktan buharlaştı bile. Merhamet ise bir arkeolojik kalıntı artık; bir mağara duvarında çizilmiş “yardımlaşma sahnesi” gibi. Sahi, 2150'yi merak eden güzel insanlar… Bugün ne yapabilirim? Bu şehrin, bu toplumun geleceğine nasıl katkı sunabilirim? Benim İstanbul’um nasıl kurtulur? diye sormayı denediniz mi hiç? Ama yok, kolay olanı seçip “Yapay zekâya sorduk: 2150’de İstanbul nasıl olacak?” başlığını attınız. Yapay zekâ d...

SİCCÎN: Kutsal Bir Kavramın Sinemasal Linç Edilişi

Resim
  Siccin. Kur’an’da geçen, anlamı derin ve metafizik bir kavram. Mutaffifin Suresi’nde geçer: > “Hayır! Şüphesiz facirlerin (günahkârların) kitabı, Siccîn’dedir.” (Mutaffifin 83:7) Yani, cehennemde, en alt tabakada, rezil bir yazgının kaydedildiği bir defterdir Siccîn. Karanlığın kaydı, azabın sicili. Varlığın en karanlık tarafına işaret eder. Fakat Türk sinemasında ne olmuş? Bu kavram alınıp, içine üç tane ucuz cin, beş tane karanlık sahne, altı tane kulak tırmalayan ses ve birkaç makyajlı surat sıkıştırılarak “korku” diye önümüze kakalanmış. Ve bunu bir değil, iki değil, tam sekiz kez yapmışlar. Siccin 1, Siccin 2, Siccin 3, Siccin 4… 5, 6, 7… Ve şimdi Siccin 8 geliyor. Hem de izleyen birine 800.000 TL “cesaret ödülü” vaat ederek. Buyur buradan yak! Sinemada Korku Değil, Aptallık Pazarlanıyor Bu filmleri çekenlerin bırak ayetle, kelimenin etimolojisiyle ilgilenmesini, korkunun psikolojisinden, sinemanın estetiğinden, insan doğasındaki bilinçaltı karanlıklardan da zerre kadar h...

Do All Humans Deserve to Live?

Resim
A personal reflection from a smoky tea house and a poisonous thought that refuses to die. It was early morning. I sat in a tea house, watching the steam rise from the glass in front of me. The place was quiet, but not silent— a few men had already gathered. Workers, construction guys, "amele" as we call them in Turkish. No disrespect intended. I respect labor. I respect sweat. But I couldn’t help thinking: “Since when did working with your hands give you a license to be cruel, ignorant, or hollow?” They were laughing, scrolling through their iPhones, cracking jokes about women, commenting on someone’s daughter like she was meat on display. They weren’t villains with axes or rifles— they were ordinary men. And yet… their existence felt toxic. Some people live, but they kill while living. They kill curiosity. They kill empathy. They kill their daughters' dreams and their wives’ voices. They fill their homes with fear and fill their phones with filth. And at that very moment...

Hayvan Ruhlu Adamlar

Resim
  Sabahın körü. Daha güneş bile utanmış, tam doğmamış. Ben çoktan uyanmışım. Uyanmak değil de, uyuyamamışım aslında. Bir öfkeyle, bir tiksintiyle geldim şu çay ocağına. Demlik fokur fokur kaynıyor, çaycı ocağın başında sessiz. Ama masalarda oturanlar sessiz değil. Hiç de değil. İşçi takımı… Kimisinin elinde tespih, kimisinin cebinde iPhone, kimisinin gözlerinde kadın. Konuşmalar fısıltı gibi ama ne dedikleri belli: “Dün akşam gördün mü story’yi? Nasıl kafayı çekmiş… O kız aslında şeymiş…" Kafamda tek bir cümle dolanıyor: "Amele olmak insanlıktan çıkmak mı demek ulan?" Hayır. İşçilik onurlu bir şey. Ama senin beynin 1950 modelse, elinle taş taşıman beni etkilemez. Çünkü senin taşıdığın en ağır yük cehaletin. Gülümsüyorlar birbirlerine, ama her biri fırsat kollayan bir avcı. Kadın gördü mü dili dışarıda. Kendi kızını “namus” diye eve kilitliyor, başkasının kızına story’den kalp gönderiyor. "Allah büyük," diyor biri. Ama maaşı azaldı mı devletin anasını küfürle do...

The Unspoken Trade of Modern Minds

Resim
  I scroll through Facebook. Reels pop up. A young woman in a beige headscarf. She looks modest at first glance — but the camera says otherwise. The frame lingers on her lips, eyes, cheekbones. She tilts her head slightly, eyes lifted as if whispering, “You’re imagining me right now, aren’t you?” She’s covered in cloth, but her soul is bare. This isn’t contradiction — this is marketing. In today’s world, the body is the product, the posture is the packaging. Swipe again — a man in a suit, standing outside a massive shopping mall, steel towers behind him. He isn’t flexing his muscles — he’s flexing his wallet aura. And the woman watching silently registers: "He might be worth the investment." The Morning Ritual: Notifications or Instincts? The modern man wakes up and grabs his phone. He checks who liked, who viewed, who messaged… But beneath the surface, the real question bubbling in his mind is: “Who can I f ck today?”* He won’t say it. But his scrolling ...

Modern Zihnin Cinsel Ekonomisi

Resim
  Pozun Altındaki Boşluk: Modern Zihinlerin Sözsüz Ticareti Facebook'a bakıyorum. Reels sekmesini açıyorum. Karşımda muhafazakâr görünümlü bir kadın. Başında örtü var ama kamera kadrajı dudaklarında, gözlerinde, bakışlarında dolanıyor. Başını hafif yana eğmiş, gözlerini yukarı kaldırmış. “Şu an beni içinden geçiriyorsun değil mi?” der gibi bir poz. Örtüsü var ama ruhu çıplak. Bu bir çelişki değil, bir strateji. Çünkü artık pazarda beden ürünü , duruş ambalaj . Aynı anda, bir erkek görüntüsü akıyor önüme. Gri takım elbise, pahalı saat, metro çıkışında poz… Gövdesi değil, cüzdanı poz veriyor. Kadın baktığında diyor ki: “Bu adam yatırıma değer olabilir. ” Yani mesele artık çekim değil, çek hesabı . Sabah Rutinleri: Bildirim mi, dürtü mü? Erkek sabah uyanır uyanmaz telefona sarılıyor. Instagram, Facebook, WhatsApp... Bildirimlere bakıyor ama aslında başka bir şeyin peşinde: “Bu gün kime yürürüm? Kim müsait gibi duruyor?” Demez bunu açıkça. Ama parmağı ekranı kaydırırke...

Who Are We, Really?

Resim
  The deepest question of the last 200 years: Why did the East stop being itself? A Story of Imitation: What We Lost in the Name of Modernity In the 19th century, the Western wind swept across the East not as an idea, but as an ultimatum. Under the banner of modernization, societies that once held rich traditions were alienated from their own history, culture, and faith. They didn’t choose to imitate the West — they were made to feel they had no choice. This imitation brought neither development nor peace. It only deepened the identity crisis that still haunts the East today. Between Faith and Ideology Religion, once the spiritual compass of Eastern societies, was either turned into a tool of political control or discarded as a relic of the past. And when faith collapses, values collapse with it. Justice, compassion, loyalty — these became hollow words, buried in outdated sermons or nostalgic poems. Nation? Ummah? Individual? The people of the East were torn between clashing ide...

Biz Kimdik?

Resim
  Son iki yüz yılın en derin sorusu: Doğu neden kendisi olmaktan vazgeçti? Bir Taklit Hikâyesi: Modernlik Adına Yitirdiklerimiz Batı rüzgârı 19. yüzyılda Doğu'ya bir fikir değil, bir zorunluluk gibi esti. Modernleşme adı altında kendi tarihine, kültürüne, inancına yabancılaştırılan toplumlar, önce Batı’yı model aldı, sonra kendine düşman oldu. Bu taklitçilik ne kalkınma getirdi, ne huzur. Aksine, kimlik krizini kalıcılaştırdı. Dinle İdeoloji Arasında Kalmış İnanç Din, bir inanç değil, bir kontrol mekanizması olarak kodlandı. Ya siyasetin sopası oldu, ya da inkârın hedefi. Sonuç? Ne iman kaldı gönülde, ne güven kaldı toplumda. Ulus Mu, Ümmet Mi, Birey Mi? Birbirine zıt kimliklerin arasında sıkışan Doğu insanı, "Kürt müsün, Arap mısın, Alevi misin, laik misin, ümmet misin?" gibi sorularla parçalara ayrıldı. Oysa bütün bu soruların cevabı hep aynıydı: Ben sadece insanım diyemedi. Sömürge Haritalarıyla Biçilen Kader Batı’nın cetveliyle çizilen sınırlar sadece ülkeleri değ...

Kapitalizmin Arzuyu Sektöre Dönüştürmesi

 Bir sistem düşün… Yemek, barınma, güvenlik gibi ihtiyaçlar zaten pazarlanmış. Ama en derin, en kontrolsüz, en ilkel dürtü olan şehvet hâlâ doğaldı, vahşiydi, hesaplanamazdı. Derken kapitalizm dedi ki: “Bu kadar güçlü bir şeyi neden kontrol etmiyorum?” Ve işte o an insanlık için geri dönülmez bir eşiğe girildi. Sistem, arzunun merkezine “*m”ı koydu. Ama mesele kadının kendisi değildi. Mesele, kadın bedeni üzerinden dolaşıma giren arzunun paraya çevrilmesiydi. Seksin Endüstrileşmesi Eskiden cinsellik bireysel bir ihtiyaç, mahrem bir eylemdi. Şimdi ne oldu? Pornografi : Arzunun simülasyonu üretildi. Gerçek kadına bile gerek kalmadı. Fuhuş : Kadın artık “bedenini kiralayan” bir birim oldu. Sosyal medya : Meme göster, kalça salla, tıkla, beğen, bağış yap. Erotik dans, webcam, OnlyFans : Kadın, erkek, trans fark etmez… Arzuya hitap ediyorsan varsın. Moda, parfüm, spor salonu, filtreler : Cinsel çekicilik artık sektörün vitrinidir. Kapitalizm böylece arzuyu...