Kayıtlar

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 6

Resim
  6. Bölüm – Editör Yorumu: Sanat Ölmez, İnsan Öldürür Sanat aslında ölmez. Çünkü sanatın özü, insanın varoluşundan gelen yaratma dürtüsüdür. Ama insanlar —yazarlar, yönetmenler, yapımcılar, oyuncular— sanatı öldürebilir. Onu ticari kaygılara, reyting hırsına, iktidara yakın olma hesaplarına kurban edebilir. 🎖️ Eskilerin Başarılı Sanatçıları ve Uluslararası Ödülleri Geçmişte Türkiye’den çıkan sinemacılar, tüm yokluklara rağmen dünyaya seslerini duyurmayı başardılar: Yılmaz Güney , hem Türk hem Kürt sinemasının öncüsü olarak görülür. Sürü ve Yol filmlerinde Kürt kültürünü tasvir etme becerisiyle “Kürt sinemasının kurucusu” kabul edilmiştir. Aynı zamanda filmleriyle Türk sinemasını Avrupa’ya açan kişidir. Amerikalı yönetmen Elia Kazan , Umut filmi için “şiirsel, doğal, Hollywood ve Avrupa üstatlarının bir kopyası değil, özgün bir film” yorumunu yaptı. Yol ’un Cannes’da Altın Palmiye kazanmasından sonra Time dergisi eleştirmeni Richard Corliss , Güney’i “dünya çapında ...

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 5

Resim
  5. Bölüm – Türk Sinema ve Dizi Dünyasında Yozlaşma: Kahramanlık Masallarından Entrikaya Türk sineması 1960’lardan sonra sanatla buluşsa da, Yeşilçam’ın “seri üretim” mantığı hiç bitmedi. Yüzlerce film çekildi ama çoğu kalıcı bir değer oluşturamadı. ⚔️ Kahramanlık Masalları 1970’lerde peş peşe çekilen seriler: Battal Gazi, Malkoçoğlu, Karaoğlan, Tarkan… Bu filmler tarihî kahramanlık masallarıyla süslenmişti ama sanatsal bir derinlik taşımıyordu. Halkı gazlamak için üretildi, aynı kostüm ve aynı senaryolar tekrar tekrar kullanıldı. Bugün izleyen için eğlenceli nostalji olabilir ama sanatsal anlamda bir Yılmaz Güney yapıtıyla kıyaslanamaz. 📺 2000’lerden Sonra: Entrika ve Yozlaşma Yeni yüzyılla beraber sinema ve dizi sektöründe bambaşka bir yozlaşma başladı: Entrika, ihanet, ensest, mafya dizileri, polis ve asker senaryoları. Devlet kurumları reyting için kullanıldı, ama gerçeklik yerine yapay kurgularla saygınlıkları yerle bir edildi. ( Söz gibi dizilerde asker ka...

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 4

Resim
  4. Bölüm – Kısa Ömre Sığan Dev Eserler ve Bugün Eksik Olan Yılmaz Ruhu Yılmaz Güney’in ömrü sadece 47 yıl sürdü. Aktif sanat hayatı ise yaklaşık 16–17 yıldı. Ama bu kısa süreye sığdırdıkları, Türk sinema tarihinin en dolu, en üretken dönemlerinden biri oldu: 17 filmde başrol oynadı. 16 senaryo kaleme aldı. 14 yönetmenlik yaptı. 10 yapımcılığa imza attı. O dönemin sansür, baskı ve imkânsızlıklarını düşündüğümüzde bu üretkenlik olağanüstüydü. Bugün teknoloji, fonlar, özgürlük alanları artmasına rağmen benzer bir tempo yakalanamıyor. 🎬 Filmlerinden Öne Çıkanlar Umut (1970): Yoksul bir arabacının hayallerini ve çaresizliğini anlatarak Türk sinemasında bir dönüm noktası oldu. Sürü (1978): Feodal düzeni, aile içi çatışmaları ve toplumsal sıkışmayı ele aldı. Yol (1982): Cezaevinden izinli çıkan mahkûmların hikâyesi üzerinden bir ülkenin fotoğrafını çekti. Cannes’da Altın Palmiye kazandı ve Türk sinemasının dünyadaki en büyük ödülünü getirdi. 🌍 Türk Sinemasına Katk...

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 3

Resim
  3. Bölüm – Sanat ve Siyaset Arasında Yılmaz Güney Yılmaz Güney’i anlamak için sadece hayat hikâyesine bakmak yetmez. Onun asıl tartışmalı tarafı, sanat ile siyaseti birbirinden ayırmamasıdır. Çünkü o sinemayı bir eğlence değil, bir mücadele alanı olarak gördü. Sanatıyla halkın dertlerini anlattı: işsizliği, köyden kente göçü, adaletsizliği, otoritenin baskısını… Ama aynı zamanda siyasi kimliğini de gizlemedi. Kendini açıkça “devrimci” olarak tanımladı, komünist düşüncelerini savundu. İşte bu yüzden bir kısım insan için “halkın sesi” olurken, bir kısım için “devlet düşmanı” ilan edildi. Burada asıl mesele şuydu: Sanatı ideolojisinden bağımsız olsaydı, belki daha evrensel bir kitleye ulaşırdı. Senin de dediğin gibi, sanatın ön planda olması onun değerini katlayabilirdi. Ama o kendi yolunu seçti: “İnandığım gibi yaşarım, bedelini de öderim.” Ve gerçekten de ödedi. Hapishaneler, yasaklar, sürgünler, vatandaşlıktan çıkarılmak… Yani ideolojisine sadık kaldığı için hem sanatına yön...

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 2

Resim
  2. Bölüm – Yılmaz Güney’in Hayatı ve Siyasi Mücadelesi 1937’de Adana’nın Yenice köyünde dünyaya gelen Yılmaz Güney, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Çocukluğu pamuk tarlalarında çalışarak geçti. Yoksulluğun, adaletsizliğin, sınıf farkının ne demek olduğunu daha küçük yaşta öğrenmişti. Bu gerçeklik, ileride yazacağı senaryoların ve çekeceği filmlerin ana omurgasını oluşturdu. Genç yaşta sinemaya ilgi duydu. Lise yıllarında hikâyeler yazmaya başladı, kısa öyküleri dergilerde yayımlandı. 1950’lerin sonunda Atıf Yılmaz’ın yanında çalışmaya başlayınca sinema dünyasına adım attı. Önce figüranlık, sonra yardımcı roller, ardından başroller geldi. Sert bakışları ve Anadolu insanının çilesini yüzüne yansıtan fiziği sayesinde “Çirkin Kral” lakabını aldı. Ama Yılmaz Güney sadece bir aktör değildi. Yazdı, yönetti, yapımcılık yaptı. 1960’ların sonundan itibaren toplumsal sorunları perdeye taşıdı. “Umut” (1970) filmiyle Anadolu insanının hayallerini ve çaresizliğini dünyaya duyurdu. Sineması ar...

Dünden Bugüne Türk Sinema ve Sanatı Bölüm 1

Resim
  Türk Sinemasının İlk Yılları Türk sinemasının hikâyesi, 1914 yılında Fuat Uzkınay ’ın çektiği Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı ile başlar. Bu, “ilk Türk filmi” olarak kabul edilir ama aslında bir belgesel kayıttan öteye geçmez. 1920’ler ve 30’larda sinema denemeleri devam etti, fakat bu dönemin filmleri daha çok kısa skeçler, fıkra uyarlamaları, hafif melodramlardan ibaretti. Sanatsal bir dil, toplumsal bir derinlik yoktu. Sinema, halkın eğlencesi için kullanılan bir oyuncak gibiydi. 1930’lardan 50’lere gelindiğinde, Yeşilçam’ın temelleri atılmaya başladı. İstanbul’un Beyoğlu semtinde küçük yapımcıların, yönetmenlerin ve sinema salonlarının oluşturduğu bir sektör doğdu. Filmler çoğalmaya başladı, seyirci salonlara akın etti. Ama içerik hâlâ sığdı: klişe aşk hikâyeleri, kahramanlık masalları, basit komediler. Sinema vardı, ama sanat henüz yoktu. Sanata Evrilen Dönem 1960’larla birlikte Türk sineması yeni bir evreye girdi. Köyden kente göç, sınıf farkları, adalet arayış...

Haram mı helal mi, yoksa ahlak ve erdem mi asıl ölçü olmalı? Bölüm 4

Resim
Dördüncü Bölüm Köşe Yazısı / Editör Yorumu Peki sayın okurlar… Asıl mesele nedir sizce? Haram mı, helal mi? Yoksa ahlak ve şeref mi? Bir yanda bankaların faiz yükü altında ezilen, geçim için çırpınan insanlar… Onlara “faiz haramdır” diye dayatmalar yapılıyor ama devlet eliyle aynı faiz herkesten alınıyor. Diğer yanda bir köyde yaşanan trajedi… Kadın tek başına suçlanıyor ama sürecin başında kocası var, sürecin içinde köylüler var. Yine de toplum parmağını sadece birine uzatıyor. Hepimiz biliyoruz ki mesele sadece “faiz” veya “ahlaksızlık” değil. Mesele, kime neyin günah, kime neyin helal görüldüğü. Birine yasak edilen, diğerine serbest bırakılıyor. Fakir için haram olan, güçlü için helal kılınıyor. Kadın için suç olan, erkek için görmezden geliniyor. O zaman tekrar soralım: Haram helal mi, yoksa ahlak ve şeref mi asıl ölçü olmalı?